anlatamadım dünya adlı yalnızlığı
göğsümde sustu kelimeler
üşüyen bir çocuğun avuçlarına düşer gibi
titredi, kırıldı, unuttu kendini
ey yitirilmiş suretlerin yankısı
bir varmış, bir yokmuş diye anlatılan
şimdi masal değil, hakikatin ta kendisi
içimde dolaşan bin yıllık sessizlik
akşamı çözdüm saçlarımdan
rüzgâra saldım kırık heceleri
kim bilir hangi kentin ışığında
yanacak adını bilmediğim bir öksüz düş
en ağır yenilgi aşk
en derin yara hasret
ve en büyük korku yalnızlık
kim öğretti insana bu unutulmuşluğu?
çırılçıplak bir sokak lambasının altında
gölgemi sayıyorum
eksiliyoruz, azalıyoruz
ve bizden geriye
eski plaklardan düşen çizikler kalıyor
kara kalemle çizilmiş bir ömrün
silgiyle fazlalıkları alınmış yalnızlığıyım
gökyüzü rengi gözleriyle bakan
hiçbir çocuk artık
kanatlı atları göremiyor rüyasında
kim kaybetti maviyi, kim çaldı masumiyeti?
bahçesinde taş büyüten şehirler
duvarlara yazılmış, unutulmuş adlar
her biri bir yangın küllerinden doğmuş
ama hiçbir suyun ferahlığı yetmemiş
suskunluğunu çözmeye
ve sonra doğum olur
ve hemen ardından ölüm
bir kanaviçe gibi işleriz kaderi
ama ipliği hep bir başkası çeker
hangi ilmek bizim elimizden geçer?
bir ana daha uyanır cumartesi sabahına
oğluna düşler hazırlar
bir kız çocuğu saçar eteklerinden şarkılar
ama bir eksik kalır dünya
adı unutulmuş bir sevgilinin bıraktığı boşluk gibi
ey sevgililer sevgilisi
dünya kirletildi
ama hâlâ bir çocuk uyuyakalırsa yıldızların altında
belki sabah olur, belki düşler yenilenir
belki insan, insanı sever de
yine gökyüzü maviye döner