Hayata şöyle baktım bu yaşa gelmişiz ama gördüğüm şu ki bu yaşa kadar hep bölük pörçük yaşamışız. Kimi zaman önemsenmişiz tüm güzellikleri içimizde görmüşüz, kimi zaman hüzün içimizi kaplamış ne olduğunu anlayamamışız.
Zaman zaman doğduğumuz topraklara elbette ki gidiyoruz, çocukluğumuz geliyor gözlerimizin önüne oyun oynadığımız yerler de sanki bir ölü toprağı serpilmiş gibi binalar yıkılmış toprak ekilmediği için çorak kalmış çiçekler bile eski güzelliğin de değil küsmüş insanlara, oysa ki o verimli topraklardan ekilen buğdayın unundan yapılan organik ekmekleri yiyerek büyüdük.
Şimdi içine fırtına düşen ABD o zaman da bizlere daha ilkokulda iken gönderdiği süt tozunu okullarımız da içirmedi mi? oysa ki bizler köylerimizde yetişen hayvanlarımızın sütünü içmek onunla yapılan yoğurt ve peynirlerle büyüdük.
Hep içi işlerimize müdahale eden bir ABD gördük Allah’a şükür şimdi kendi içinde ki baharla uğraşır duruma geldi beter olsun.
Hep şunu düşünmüşüz benimle yaşayanlar bana imrenilmeli ve benim kanatlarımın altında olmalı ve bana itaat etmeli diye düşünmüşüm olmuşmu tabiki olmamıştır.
Ben şunu düşünmüşüm iznim olduğu kadarıyla yetinmelisiniz. Mekânınızı, arabanızı, hayat standardınızı ve kısaca hayatınızı, ben kurgulamalıyım. Olmuş mu elbette ki hayır.
Sizce ben bunları neden böyle düşünmüşümdür elbette ki daha önce yaşadığım ve edindiğim tecrübelerden yararlansınlar diye olmuşmudur hayır.,
Peki bunca öneriler karşısında bunları yapmayanlar hayal kırıklığı yaşadılar mı elbette ama iş işten geçtikten sonra çekilen ahlar vahlar boşa gitmedi mi?
Gözümüz, ben kelimesinin sihriyle kararmıştı. Kulaklarımız, sen iltifatlarını duymaya bayılır olmuştu. Tıpkı kendi neslimize, her bir ben tarafından verilmeye çalışılan, ben kalma ve biz kavramını lügatlardan külliyen silme egoistliği gibi…
Herkesten fazla olunmalı, herkese hükmedilmeli, en birincilik ise ben duvarlarının içinde kalmalıydı. Toplumsal dayanışma ruhunu kökünden yok eden, ben anlayışına dönüş ve statü edinme yarışı hepimizi kendi evimizde, hatta kendi bedenlerimizde yalnızlaştırdı.
Gurbet, artık burnumuzun tam dibindedir. Bize yüceliği, ağır gelmiştir. Kaldıramadık ve kendimize mahkûm olduk.
Yönetme hırsı, dediğim dedikçilik, nüfuz ve zoraki saygınlık yarışı, despotluğa yatkın ruhlarımızı katletmiştir. Ama bütün bunları yaşadık nasihat ettik tutmayanı ahlar vahlar yıktı geçti.
Boşuna dememişler İlle de bir musibet, ille de bir şamar, ille de en azından sert bir tökezleme gerek….
Sonra da etrafımda neden kimse yok ağıtlarıyla arabesk sümük çekmeler başlar. Ardında, eriyen ense incelen gıdılardan, kadere kahretmek kalır, dostsuzluğa sitem dökülür,
Bence hiç yorulmaya gerek yok eskiden olduğu gibi topraklarıma geri dönerek kendi yağımızla kavrulmaya devam ederek bu girdaptan çıkmaya çalışmalıyız.
Hiçte kahretmeyin eskilere kulak verin onlar sizin bindiğiniz trene yıllarca önce bindiler çünkü….