Adamlık bir gömlek değil ki giyip çıkarasın,
Bir etiket değil ki her ortama yapıştırasın.
Adamlık, sabahın kör karanlığında
Ekmeğini ararken, çocuğunun hayalini de sırtlamaktır.
Gece herkes uyurken, sevdiğinin alnına huzur bırakabilmektir.
Adamlık; gür sesle değil, yumuşacık bir “Ben buradayım”la başlar.
“Adamım” diyor ama…
Kendi gölgesini bile koruyamıyor gökten düşen yıldızlardan.
Kadının omzuna yük, kalbine kasırga…
Ev dediği dört duvar, içinde yalnızlıkla yoğrulan bir hapishane.
Oysa adamlık, bir kadının ruhuna liman olmaktır,
Fırtına bastırınca sığınacak yeri ilk sen olmaktır.
Bir adam, sevdiğinin gözündeki yaşı utanmadan silebiliyorsa adamdır.
Ve ona gözyaşını unutturacak kadar şefkatle sarılabiliyorsa…
Onun için en ağır kelime “özür dilerim” değil,
En kıymetli cümle “senin için varım”dır.
Günümüzde “adamlık”, arabanın markasında,
Saatin fiyatında, cebin doluluğunda aranıyor.
Oysa adamlık;
Tencerenin kaynamadığı günde
“Seninle her şeye varım” diyebilmektir.
Çayın şekerine kadar sevdiğini bilmek,
Elini tuttuğunda tüm dertleri susturabilmektir.
Gerçek adam…
Sevdiğine güneşli bir pencere olur.
Annesine “cennet” der,
Çocuğuna “dünya”…
Ve hiçbir kadına, gözünün önünde boynu bükük bir dünya yaşatmaz.
“Adamlık” iddia değil, imtihandır.
Kahkahada değil, sabırda belli olur.
“Benim” demekle değil, “Ben seninleyim” diyebilmekle büyür.
Ve kalabalıklarda değil, dört duvar arasında sınanır.
Adamlığın sesi değil, gölgesi olmalı…
Ve o gölge, her sevdiğinin üstüne serinlik veren bir çınar gibi düşmeli…
Adamlık, sırtı kalın, omzu geniş olmaktan önce,
Kırık bir yüreği, kendi kalbinden daha önce onarmaktır.
Çay demlenirken sessizce yardım etmek,
Yorgun bir bedene değil, yorgun bir ruha omuz vermektir.
Kuru bir “ben buradayım”dan fazlasıdır;
Sessizliği duymak, gözyaşını görmeden silmektir.
Gerçek adam;
Kadının ne giydiğiyle değil,
Ne hissettiğiyle ilgilenir.
Birinin adını ezberlemek kolaydır,
Ama ruhunu ezberleyip, acısını taşıyabilmek yürek ister.
İşte orası, gerçek adamlığın başladığı yerdir.
Kimi adamım diye bağırır sokak ortasında,
Ama aynı ağız, evde susturur sevgilisinin hayallerini.
Kimi “delikanlıyım” der göğsünü gere gere,
Ama incitir annesini, küstürür kızını,
Yalnız bırakır evladını gözünde yaşla.
Oysa adamlık;
Aynı sofrada aç kalabilmektir,
Aynı yastıkta suskunluğu büyütmemektir.
Sevgilinin saçında beyaz gördüğünde,
“Daha da güzelleşmişsin” diyebilmektir.
Adamlık, gururun önünde diz çökmek değildir,
Ama sevgilinin gözyaşı karşısında diz çökmeyi bilmektir.
Güç dediğin kaslarda değil,
Bir kadının en zayıf anında siper olabilmektir.
Ve “adam” dediğin,
Evlat ağladığında kucağa değil, kalbine sarar onu.
Annesine cenneti layık görür,
Eşine dua,
Yarına umut olur.
Kıskanmakla sahiplenmeyi karıştırmaz.
Hesap sormaz, hesap kapatır.
Kırmaz, tamir eder.
Gururla değil, vicdanla yürür.
Ve sessizliği bile güven kokar.
Çünkü adamlık bir gürültü değil;
Sessizce dikilen bir çınardır.
Rüzgar esse de,
Üzerine yuva kuran kuşları savurmaz.
Adamlık bazen soğuk bir kış gününde çorba taşıyan bir eldir,
Bazen uykusuz bir gecede, sevdiğinin baş ucunda uyanık duran bir gözdür.
Yalnız kalınca belli olur gerçek adam.
Kalabalıkta herkes oynar da rolünü,
Ama yalnızlık maskeyi indirir.
Adamlık…
Bir kelime değil bu; ömürlük bir ağırlık, susulmuş bir çığlık, tutulmuş bir eldir.
Bir çocuğun alnından öpülüp, “sana kimse dokunamaz” denilen andır.
Adamlık, sesi yükseltmeden dağ gibi durmak, fırtınada siper olmaktır.
Elindekini uzatmak, yüreğindekini saklamamak, gözyaşını bile vakarla taşıyabilmektir.
Bazısı takım elbise giyer, kravat takar, “adamım” der.
Oysa adamlık, gömleğin düğmesinde değil;
Sevdiğinin başını omzuna korkusuzca koymasında saklıdır.
Evde konuşamayan, sokakta gürleyen adam değil;
Eşinin dili olmuş, evladının yol olmuş adamdır gerçek olan.
Bir lokmayı bölmeden yemez adam,
Geceyi yastığa baş koymadan uyumaz, “Acaba güvende mi sevdiğim?” diye düşünmeden gözünü kapatmaz.
Cüzdan değil vicdan taşır cebinde.
Yalnızca kendi yolunu değil, ardında yürüyenlerin kaderini de taşır sırtında.
Gün gelir iki ayağını kaybeder, yine de dimdik durur.
Gün gelir sesi susar, bakışı konuşur.
Gün gelir “kimsin sen?” diye sorarlar;
“Ben, sevdiklerimin gölgesi; yüklerinin omzudurum” der.
Ve unutma:
Adamlık, güç değil yüktür.
Omzunda taşıyabileceğin kadarını değil,
Yürekle taşıyacağın kadarını alırsın bu hayatta.
Özünde merhamet yoksa, adamlık sadece boğaza takılan bir düğüm olur.
Çünkü…
“Adam gibi adam” bir methiye değil,
Bir ömürlük sınavdır.
Aşkı layıkıyla taşıyabilen,
Hakkı gözetebilen,
Kimsesize kimse olabilendir.
Ve unutma…
“Adamım” diyen çok olur;
Ama gerçekten adam olan,
Bir kadının duasına sığabilendir.
“Adamlık, sözde değil özde olur; gücünle değil, vicdanınla sınanırsın.”