anlıyor musun…?
gökyüzü bile kıyamıyor üstüme inmeye bazen
bir mavi var, delik deşik,
duaya benzemeyen sessizlikte kuruyor içim
sürgün edilmiş bir gül gibi
tenimde sızlayan topraklara bakıyorum
çocukken sakladığım düşlerim
şimdi büyüyememiş yaralarla konuşuyor
kendi içimde yandım
üzerime kapatılmış bir gümüş tabak gökyüzü
parmaklarımın ucunda bir ömür
şefkatle değil, hayalle kesilmiş
susuyorum, çünkü ne söylesem
yeniden doğacak sancılar
ve ben, zaten doğmuşum
kırk kere
kırk ayrı yalnızlıkla
bir martı geçiyor içimden
kanadında gözyaşı
diğerinde geceyi emzirmiş bir anne
anlıyor musun…?
bir rıhtımda yürür gibi değil de
bir ölü sevdayı sırtında taşır gibi ilerliyor kalbim
herkes bir yere gidiyor
ben sana doğru kalıyorum
bazen
herkesin ağzından düşen kelimeleri topluyorum
kimseye ait olmayan,
ama beni yaralayan sesleri
o sesler ki
diz çökmüş heceler gibi
bir dua kadar yakar, bir yalan kadar susar
beni anla demiyorum
ama anlamadan da gitme
çünkü ben
yokluğunun aritmetiğinde
artı bir acı oluyorum her gece
ve hiçbir denklem çözmüyor
senin eksik halini içimden
şiir yazmıyorum artık
sadece içimi sürüyorum kağıda
bir nehir gibi
yatağını unutan bir nehir gibi
taşarım
anlıyor musun…?
susuyorum…
çünkü her kelime,
bir mezar taşı kadar ağır geliyor artık
ve ben,
adını anınca kabuk bağlamayan yerlerimle
yeniden gömülmüş gibi oluyorum sana
ne yana baksam,
bir unutuluşun aynasında kırılıyor yüzüm
gülüşlerime su değmiyor,
ellerim, sarılmaya alışıkken
şimdi yokluğuna yaslanmaktan nasır
kimseler anlamıyor
bu kadar kalabalığın içinde
nasıl bu kadar tek başıma olduğumu
bir mendil gibi unutulmuşum,
bir ağacın altında
kuruyup da düşememiş bir yaprak gibi
bahar gelmiş ama ben eksilmişim
içimden bir ses:
“daha kaç defa göçeriz aynı yerden?”
dilimde
yarım kalmış masallar
hepsi birer yetim şimdi
mutlu sonu olmayan
ve uykusu bölünmüş çocuklara yazılmış
anlıyor musun…?
geceye sinmiş bir dua gibiyim
çok içli, çok eski
biraz da terk edilmiş
ama hâlâ göğe bakan
hâlâ bekleyen
sen yokken
içimde bir kuyu kazıldı
ve her gün biraz daha
suya benzemeyen bir karanlıkla doluyor
sesim bile dönüyor geriye
bir yankıya karışıp,
beni bile duymuyor artık
katlime fermanı sen verdin
ama ben hâlâ sana merhamet taşıyorum
çünkü sevmek,
öldürenin bile yüreğine bir yas koymaktır
ve ben…
senin içindeki çocuğu bile affettim
ama kendimi edemedim…
ve şimdi…
kalbimi bırakıyorum rüzgâra
içinde sen varsın,
ama artık ben yokum