Kapı kilitlenmeden önceydi her şey.
Sesim vardı. Gülüşüm vardı. Aynaya bakınca gördüğüm bir “ben” vardı.
Kırmızı rujumu sürüyordum, çocuklarımın saçlarını tarıyordum, belki pazardan domates alıyordum, belki üniversiteye koşturuyordum.
Ama sonra…
O ses yükseldi.
Bildiğiniz o ses:
“Sus!”
O gün sustum. Sonra herkes sustu.
Kadına şiddet, sadece sokak ortasında kurşunlanmak değil.
Bir omzun itilişiyle başlar.
Bir sözle kırılır kemik, sonra bir tokatla un ufak olur insan.
Ve bilirsiniz, en çok sesi çıkan değil, en sessiz olan ölür önce.
Kimse duymaz çünkü.
Çocuklar uykudaymış gibi davranır. Komşular perdeyi kapatır.
Devlet uzak bir dosya olur.
Ve ben, bir sabah… gazete küpüründe bulunurum:
“Bir kadın daha öldürüldü.”
Oysa ben adım adım kayboldum.
Her “sus” deyişte, biraz daha…
“Ne giymişti?” diye soranlar oldu.
“Belli etmemeli, sabretmeli, çocukları için katlanmalı,” dediler.
Benim gözlerime bakan hiç olmadı.
Oysa ben öğretmendim.
Ben işçiydim.
Ben annesiydim bu ülkenin.
Ben yoksul ama onurluydum.
Ben sevdim.
Ben yaşamak istedim.
Bugün ismimi bilmeseniz de,
Ben hâlâ buradayım.
Kız kardeşinizin gözünde, annenizin kalbinde, kız çocuğunuzun oyunlarında…
Benim korkum duruyor.
Benim suskunluğum duvarlarda.
Biliyor musunuz?
Kırık dökük bedenimden geriye kalan en güçlü şey…
Direnişimdir.
Ve şimdi sizden, sadece bir şey istiyorum:
“Beni duymanız.”