Sabahı uyandırdım bugünkü çığlıkla,
Her taşın, her ağacın, her duvarın dili var sanki:
“Gel, ses ver bize!”
Balkona çıktım, bir bayrak gibi savurdum saçlarımı,
Kuşlar değil, sloganlar geçti göğümden.
Ve sen,
Bir marşın ilk dizesi gibi düştün aklıma:
Coşkulu,
Alnı terli,
Biraz yaralı belki ama hâlâ
Aşktan ve adaletten yana.
Bir elimde aşk var,
Seninle dokunduğum her bakır sabah gibi sıcak,
Diğer elimde bir işçinin nasırı,
İkisi de kıymetli.
İkisi de alınteriyle yazılmış.
Sokaklarda yürüyen her adımda
Sana rastlıyorum,
Bir çocuğun gözlerinde,
Bir kadının saçlarına taktığı karanfilde,
Bir babanın cebindeki yarım simitte.
Yoldaşlar yürüyor,
Ve ben seninle konuşuyorum içimden:
“Sevgili,
Bugün meydanlar kalbimi taşıyor.
Kalbim seni.
Sen de beni.”
Duyuyor musun?
Kadınlar bağırıyor şimdi,
“Sadece eş değiliz,
Emeğiz,
Bedeniz,
Yarını biz doğururuz!”
Ve sen,
Bunu her zaman bilerek baktın bana.
Bu yüzden başka türlü seviyorum seni.
Yalnız değilim artık,
Çünkü yüreğinde
Kadın olmanın da,
Yoldaş olmanın da kıymeti var.
Sen bir afiş gibi kalbime asıldın,
Her harfinde direniş,
Her satırında özlem.
Yıllar geçse de o gözlerin
Hiçbir baskının altına girmedi.
Şimdi,
Senin gözlerinle okuyorum duvar yazılarını:
“Ekmek, gül ve aşk!”
İşte bu kadar basit aslında.
Yaşamak,
Üç kelimeye sığıyor bazen:
Ekmek… Gül… Ve aşk…
Yoruldum biraz.
Hayır, yorgunluk değil bu,
İçimde çoğalan bir şey var:
Umudun sesi.
Sana benziyor.
Ve ben bu sesi susturmam asla.
Çünkü sen,
Bir şiirin son mısrası gibi geldin hayatıma.
Ve artık hiçbir meydan,
Seni anmadan tamamlanmaz bana.
Geldim sevgili,
Kaldırım taşlarının alnına öpücük koydum,
Senin adına…
Bir karanfil taktım yakama,
Gözyaşıyla değil,
İnançla sulanmış.
Ve bir de dilek tuttum sessizce:
“Ne olur bir gün,
Bu kalabalığın ortasında
Senin elini tutayım.
Ve hiç bırakmayayım.”
Sen gelince
Bayraklar daha dalgalı,
Sloganlar daha yüksek,
Ekmek daha sıcak olacak.
Biliyorum.
Çünkü devrim
Senin sesinle başlıyor içimde.
Ve aşk
Seninle,
Bir 1 Mayıs sabahı gibi
Tüm şehre yayılıyor.