Bir gün sen de gideceksin…
Evinin kapısı arkandan kapanacak,
adımların odalarda duyulmayacak.
Senin için hazırlanan giysiler başka bir bedene yakışacak,
anahtarların başka ellerde dönecek,
şarkılarını başka diller mırıldanacak.
Bir gün sen de gideceksin…
Albümdeki fotoğrafların önce masanın üzerinde kalacak,
sonra bir çekmeceye,
sonra bir kutuya kaldırılacak.
Senin adını sadece resimden bilen biri,
bir gün bir başkasına kısaca anlatacak:
“Bir zamanlar vardı…”
Ve cümle orada bitecek.
Bir gün sen de gideceksin…
Masandaki kahve soğuyacak,
kalemin düşecek,
bitiremediğin cümleler,
kuramadığın hayaller orada kalacak.
Ardından konuşanlar olacak;
bazıları “iyi insandı” diyecek,
bazıları susacak,
bazıları hatırlamayacak bile.
Ama şimdi buradasın.
Nefes alıyorsun.
Bir bardak suyu yudumlayabiliyor,
bir dostun gözlerine bakabiliyor,
bir çocuğun saçlarını okşayabiliyor,
bir kediyi sevebiliyorsun.
Bu senin asıl mirasın,
bırakacağın en değerli şey:
Şimdi, tam burada, nasıl yaşadığın.
Hayat, sana verilmiş bir emanettir.
Ne kupaların, ne rütbelerin, ne evlerin…
Hiçbiri seninle gelmez,
ama gülüşün, birine dokunuşun, birine gösterdiğin merhamet,
işte onlar kalır, onlar başka yüreklerde sürer.
Ölüm, hayatın sonu değil;
yaşamayı ertelediğin her şeyin tokadıdır.
Ölmeden önce yaşa.
Birilerinin senden bahsetmesini bekleme;
kendinle, kendi ışığınla çoğal.
Çünkü gerçekten ölen bedenindir,
ama gerçekten yaşayan sensin.
Ve sen bugün nasıl yaşıyorsan,
bir gün ölümsüzlüğün de tam orada başlar.