yazi
Feride Ozbilge
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Makaleler
  4. BİR SANDALYENİN SESSİZLİĞİ … ÇOCUKLUĞUNDAKİ PENCERE

BİR SANDALYENİN SESSİZLİĞİ … ÇOCUKLUĞUNDAKİ PENCERE

featured

Penceresinin perdesi kuş desenliydi.
Ama içeri hiç kuş girmedi.
Çünkü Melek, camın ardından değil,
camın ardındaki hayata dahil olamadan büyüdü.

Odaya güneş girerdi ama sokaktan gelen çocuk sesi ona uğramazdı.
Top sesine kulak kesilir, sonra gözlerini kapatırdı:
— “Belki beni de çağırırlar…”
Ama kimse çağırmadı.

Oyuncakları vardı, evet.
Ama hiçbiriyle oyun kurmamıştı.
Bir bebek vardı mesela, adı Gülşen’di.
Sırtı düşüp de yere düşünce
Melek de ağlardı,
çünkü kendi düşemezdi.

Zamanla düşmenin bile kıymetli olduğunu öğrendi.
Bir çocuk için düşmek bile oyunun parçasıydı…
Ama Melek için sadece  pencere vardı.

Bir gün annesi gül kurabiyesi yaparken
mutfaktan yükselen tarçın kokusunu yazdı zihnine.
Çünkü “anı” dediğin şey,
bazen sadece kokudan ibaretti onun için.

Yatağın köşesinde unutulmuş doğum günü pastası
bir yıl sonra hâlâ duruyordu…
Çünkü mumları üfleyememişti.
Çünkü “dilek” kelimesinin nasıl bir his olduğunu bilmiyordu.
Çünkü onun tek dileği,
dilek tutan biri olmaktı.

___

Melek okula ilk başladığında…
Ayakkabılarının bağı çözülmüştü ama
kimse eğilip bağlamamıştı.
Belki de o ilk gün,
hayat boyu eğilmeden geçip gideceklerdi üzerinden.

Sınıfta kapının hemen yanına konmuştu sırası.
Sanki öğretmen demişti ki:
— “Sen buradan fazla ilerleyemezsin.”

Teneffüslerde herkes bahçeye çıkarken,
Melek sınıfta tek başına kalıyordu.
Çünkü merdivenler,
onun çocukluğuna inatla inip çıkmıyordu.

Bir gün sınıfta “Benim kahramanım kim?” ödevini yaptılar.
Melek defterine annesini çizdi
tekerlekli sandalyeyle, gül kurabiyesiyle,
yorgun ama hep orada.
Öğretmen defteri şöyle bir kapatıp dedi ki:
— “Sen de doktoru yazsaydın keşke.”
Çünkü bazı kahramanlar,
sisteme göre kıyafetsiz sayılırdı.

Bir keresinde tahtaya kalkmak istedi.
“Tahtaya kalkabilir miyim?” dedi,
Öğretmen göz devirdi:
— “Sen oradan söyle, olur mu?”
Ama mesele sadece söylemek değildi…
Oraya varmak istemişti Melek.

Bir çocuğun adını çağırmadan
onunla oyun oynamazsın.
Ama Melek’in adı, yoklama listesinde vardı sadece.
Gerçek hayatta hep eksikti.

Melek’in İç Sesi..

Kapının yanındaki sırada oturuyorum, yine…

Ama bil ki ben oraya ait değilim.

Tahtaya çıkamasam da, aklım kara tahtanın en üst köşesinde…
“İnsanlık” yazıyorum oraya, sonra siliyorum, bir daha yazıyorum.

Çünkü ne zaman göz göze gelsem biriyle,
önce bedenime, sonra anneme, sonra da sessizliğime bakıyorlar.
Oysa ben sadece biri olayım istiyorum.
Sadece biri… “Engelli öğrenci” değil, “örnek çocuk” değil, “zor durumdaki aile” hiç değil.

Sadece biri.
Belki kalemi düşüren… Belki teneffüste çiçek toplayan…
Belki aşık olan bir kız…
Ama biri.

O sıradan kalkacağım bir gün.
Kapının yanından değil, pencereden bakacağım.
Hayat, bu kadar yüksekten bile korkutmasın beni diye.
__

Lisede herkesin bir “hoşlandığı” vardı.
Sınıfın popüler çocukları, koridorda el ele yürüyenler…
Ama Melek hiçbir zaman biriyle el ele görülmedi.
Görülmedi çünkü toplum, onun elini zaten baştan bırakmıştı.

Melek birine âşık oldu.
O da oldu.
Not yazdı, geri dönmedi.
Gülümsedi, cevapsız kaldı.
Çünkü “engelli birine aşık olmak” bazıları için cesaret değil,
toplumdan “ayıp” bir etiket yemekti.

Bir gün bir çocuk geldi yanına,
“Seninle konuşursam bana da acırlar mı?” dedi.
Melek gülümsedi.
Sustum sandılar ama o an
kalbi feryat figan bağırıyordu.

“Ben sevmeyi biliyorum.
Hatta sizden daha çok.
Çünkü her gün kaybetmekten korkarak yaşıyorum.
O yüzden sevgim gerçek,
hem de dizlerim tutmasa bile…
kalbim koşarcasına seviyor.”

Aşkı anlatırken engelli kelimesi geçince
bakışlar hep acıyarak, hep mesafeyle…
Ama Melek aşkı elleriyle değil,
göğsünün ortasında tuttu.
Kimseden izin almadan.

Melek büyüyordu.
Bacaklarının arasına değil,
hayallerinin üstüne kondu utanç.

Annesi “kızım kendini koru” dedi.
Öğretmeni “etek giymesin dikkat dağıtır” dedi.
Komşusu “bu halle evlenemez zaten” dedi.
Ve devlet sustu.
Sanki Melek hiç kadın olmamış gibi…

Ama Melek bedenini seviyordu.
Kıvrımlarını, ellerini,
o çokça konuşulan bacağını bile.
Çünkü o beden;
her sabah okula gitmek için savaş verdi,
merdivenlerden düştü ama kalktı,
gülümseyerek terledi,
utanmadan ağladı.

Melek’in bedenine herkes karıştı…
ama onunla tek başına kalan yine Melek oldu.

Adet olduğunda kimse kutlamadı kadınlığını,
sadece “daha dikkatli ol” dendi.
Oysa Melek o gün
gökyüzüne kadın kokan bir dua etti

“Beni bana verin.
Ben bedenimi, siz bakmayın diye saklamamalıyım.
Ben bedenimi, sevdiklerim utanmasın diye gizlememeliyim.
Ben kadınım.
Eksik değil, fazla değil, tam…”

Bir gün biri ona şöyle dedi:
“Sen anne olamazsın ki…”
Melek gülümsedi.
Ama içinden şunları söyledi.

“Ben anne olurum,
hem de her gün sustuklarımı doğurarak…
Sen hiç düşünmeden konuşmaya devam et.
Ben içimde bir kadın değil,
bir devrim taşıyorum.”

Sınıfa biri girdi,
önce etrafa baktı,
sonra Melek’e.

“Sen bu bölümü nasıl kazandın ki?” dedi,
“Kadınlar genelde bırakıyor zaten…”

Melek bir şey demedi.
Ama kalbi içinden şöyle bağırdı

“Ben bu sıralara torpille değil,
çayla, gözyaşıyla, uykusuzlukla geldim.
Ders çalışırken kardeşime bakan bendim.
Sınava aç girip umutla çıkan bendim.
Şimdi senin gölgen bile değilsin benliğimde.”

Bir proje sunumunda
erkek öğrenciye “Bravo oğlum!” denildi,
Melek’e ise

“Fena değil, ama daha özgüvenli olmalısın…”

Sanki özgüvenin doğum yeri annesinin memleketiymiş gibi!
Oysa Melek konuştuğunda
cümlelerin arkasında dağlar titrerdi,
ama kimse dinlemedi.
Çünkü onun sesi
inceydi,
nazikti,
ve onlar bunu zayıflık sandı.

Bir gün öğretmen sınıfa baktı,
ve şöyle dedi

“Kızlar da kendini geliştirsin biraz…”
Sanki onlar okula piknik sepetiyle gelmişti.
Sanki onlar,
“Önce sen sus” diyemeyecek kadar terbiyeliydi.

Melek bazen konuşmak istedi,
ama “agresif feminist” dediler.
Bazen sustu,
bu sefer de “ezik” dediler.
Bazen sadece dinledi.
Ama kimse,
onun sessizliğinde neler taşıdığını sormadı.

Ve en can yakanı:
Bir hocası,
göz göze bile gelmeden not verdi

“Katılmıyor ama dinliyor.”
Sanki Melek, bir süs eşyası gibi
orada “bulunuyordu” sadece.
Hayır…
O, o sınıfta
sadece “bulunmuyor”du…
Var oluyordu!
Üstelik var olmak zorundaydı!

Çünkü bu savaş sadece onun değil,
onun gibi binlerce genç kadının savaşının özetiydi.
Ve bir kadın,
eğitimle kırılan zincirlerini
başının üstünde taşırdı.

Yıllar geçti.
Sınıflar değişti, şehirler değişti.
Ama bazı cümleler hâlâ kulaklarında

“Sen bu bölümü nasıl kazandın ki?”
“Kızlar zaten bırakıyor…”
“Katılmıyor ama dinliyor…”

Ve Melek şimdi bir okulun önünden geçerken
kendini çocuk Melek gibi görüyor camda:
bir elinde kitap,
diğerinde simit.

İçinden geçen:
“Yoruldum ama hiç vazgeçmedim.”

Melek artık sessiz değil.
O, çok iyi biliyor

Kadının sesi sadece yüksek çıktığında değil,
derin geldiğinde de sarsar bu dünyayı.

Melek artık sadece “dinlemiyor.”
O konuşuyor, yazıyor, öğretiyor,
ve bazen
kendine sarılmayı bile başarıyor.

Bir gün üniversiteden bir hoca yazdı ona

“Siz burada okuyan en sakin ama en güçlü öğrenciydiniz.”
Melek cevap yazmadı.
Gülümsedi sadece.
Çünkü bazı cevaplar
geçmişi affederek verilir,
ama unutulmaz.

O gün Melek aynaya baktı ve dedi ki

“Beni küçük görenler büyüyemedi…
Ama ben…
Küçüldüğüm her yerde
kendi evimi kurdum.”

Ve şimdi hayatı bir şiir gibi yaşarken
biliyor ki

“Kadın olmak,
zamanla yarışmak değil.
Zamanı kendine benzetmektir.”

Ve Melek hepimize sesleniyor

“Beni yazın.
Beni anlatın.
Çünkü ben sadece bir kişiyim
ama binlerce kadının yansımasıyım.”

BİR SANDALYENİN SESSİZLİĞİ … ÇOCUKLUĞUNDAKİ PENCERE
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VakaHaber.CoM ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Bizi Takip Edin
KAI ile Haber Hakkında Sohbet