Annemin dizlerinde öğrendim ilk isyanı.
Bir kadının sessizliğinde en gür haykırışın nasıl saklandığını,
kahvaltıya açılan bez örtünün altında,
nasıl bir ömürlük hayal gömüldüğünü…
Ben orada, o ilk çatallı çatışmada büyüdüm:
Hem uslu hem asi bir kız çocuğu oldum.
Çünkü bana hep susmam öğretildi.
Ama içimdeki kadın, bağırarak doğdu.
Ve şimdi sen diyorsun ya Gisèle Halimi,
“Ekonomik bağımsızlığınız, özgürlüğünüzün anahtarıdır.”
Ben sana şunu diyorum:
Evet, bir kadının cüzdanı kendi kaderidir.
Çünkü başkasının verdiği harçlıkla
kimse hayal kuramaz.
Çünkü özgürlük,
önce faturaları kendi adına ödemekle başlar.
Ve sonra,
o dolaba asılan kendi alın teriyle alınmış ceketle yürünür sokağa.
Omuzlarda sadece kumaş değil,
bir kimlik taşınır.
Bunu en iyi, kendi maaşıyla annesine kömür alan kızlar bilir.
“Onurunuzu zedeleyen hiçbir şeyi görmezden gelmeyin,” diyorsun ya,
ben de diyorum ki:
Kadın, kendine değmeyen her kelimeyi
bir urgan gibi boğazında hisseder.
Bakıştan gelen küçümseme,
dilden dökülen iğne,
sessizliğe gömülen azarlama…
Hepsi birikir.
Ve sonunda,
kadının kahkahası bile cılızlaşır.
Ama sen diyorsun ya,
“Görmezden gelmeyin!”
Görsün kadın,
gözünü kısmadan baksın.
Susmasın.
Çünkü onur,
bir kadının sırtında taşıdığı görünmeyen,
ama en ağır yüktür.
Ve en son,
“Boyun eğmeyin,” diyorsun.
İşte burası, yazının belkemiği…
Çünkü eğildikçe kamburlaşır yüreğimiz.
Sevdiğimiz adama,
çocuğumuza,
hayata bile eğildik bazen.
Ama ne zaman ki dik durduk,
o zaman gökyüzü biraz daha yaklaştı alnımıza.
Çünkü kadın,
başını eğdiğinde toprağa değil,
kendinden eksilir.
Ve her baş eğişte,
bir kadın daha yok olur aramızdan.
Adı var, sesi yok bir hatıraya dönüşür.
Ama bak, biz buradayız!
Sen 92 yaşındasın ve hâlâ haykırıyorsun.
Ben burada, krizantem kokan Haziran’da,
senin sözlerinden büyüyen bir mevsim gibi
bir yazıya tutunuyorum.
Benim kız kardeşim!
Senin sesinle haykırıyorum:
Boyun eğme!
Biri sana “çok konuşuyorsun” dediğinde,
daha da bağır!
“Kadın dediğin şöyle olmalı” dendiğinde,
sor: “Kim demiş?”
Bir sofrada fikirlerin küçültüldüğünde,
ayağa kalk ve kendi sandalyeni getir.
Çünkü kadın dediğin,
sadece doğurmaz…
Bir toplumun şerefini,
bir halkın direncini,
bir dilin vicdanını da doğurur.
Ve biz,
şimdi, senin o üç cümleni
bin cümleyle çoğaltıyoruz.
“Ekonomik özgürlükle büyüyeceğiz.
Onurumuzu kanat yapıp uçacağız.
Ve asla…
Boyun eğmeyeceğiz!”
Çünkü biz krizantem kokarız,
dayanıklı, direngen, güzel…
Ve köklerimiz gökyüzüne bakar artık.
İncir gibi,
hem meyve hem isyan taşırız içimizde.