Haziran’a bir not bıraktım bu sabah:
“Onu gördüm yine rüyamda,
gökyüzü turuncuydu,
elleri hâlâ ceplerindeydi…”
Serin bir gölgeydi bakışı,
sanki gülümsemeyi unutmuş bir çocuk gibi.
Ama içimde hâlâ
bir yaz mevsimi gibi çiçek açıyordu adı.
Gittiği sabah,
içimde bir saat durmuştu.
Zaman hâlâ yürürken
ben hep o durakta bekledim.
Bir mendil kadar hüzün,
bir tren camı kadar sessizdim.
“Geldiği gibi gitmedi” dedim kendime,
“Çünkü giderken bende bir mevsimi eksiltti.”
Haziran hep yakmazmış,
bazen sarılırmış da…
Kokusu kalırmış bir gömlek yakasında,
Bir gülüş dökülürmüş eski bir bardağa.
Şimdi yalnızım,
ama yalnızlık onun sesi gibi tanıdık.
Bana seni hatırlatan ne varsa
elimi uzatıyorum,
ve içimden sen geçiyorsun…
Bugün sana benzeyen
bir sabahın kenarından geçtim.
Çiçek açmamış balkonlar gördüm.
Sokaklar,
senden habersizdi.
Bir zamanlar,
gülümsemenle başlardı günüm.
Şimdi,
adını duymadan geçen her saat
bir yudum eksik uyku gibi.
Sen gideli
şarkılar da temkinli.
Neşeyle başlayıp
bir anda susuyorlar,
tıpkı o günkü gibi—
bir kelimen yarım kaldığında
gözlerimin içinde.
Haziran,
yalnız sıcak değil artık.
Bir mezar taşı kadar suskun,
bir mektup kadar eski.
Bir rüzgar var bu akşam.
Sana benzeyen.
Camdan girip
yüreğime dokunuyor.
Sana susadığım yerde
bir umut filizleniyor.
Haziran hep yakmazmış,
bazen sarılırmış da…
Ve ben şimdi,
adını sessizce söyleyerek,
kendime sarılıyorum.
Çünkü biliyorum;
sen de,
benim gibi
bir haziranın içinde
biraz eksik,
biraz bekleyen bir şeysin.