Bir hicabın içine saklandı çığlıklarım,
Söylenmeden büyüdü ,taş duvarlarda yankı.
Yüzümdeki gülüş, paslı bir maskenin ardında
Yarım kalmış bir isyanın ıssız suretiydi.
Silinmiş, unutulmuş bir umudun yalnızlığıydım.
İçimde bir suskunluk var:
Kırık bir aynada hapsolmuş,
Sırlı bir yansıma gibi,
Zamana yenik düşmüş bir hatıra…
Yitirilmiş bir kimliğin izinde sürgünüm.
Dilimde dönmeye cesaret edemeyen heceler,
Boğazımda bir düğüm olup düşüyor,
Doğmadan ölen cümleler gibi…
Gözlerim, derin bir denizin dibinde
Tutuyor sökülmüş umutların tortusunu.
Her bakışta bir yansıma eksiliyor,
Her susuşta bir parçam daha siliniyor
Varoluşumun aynasından.
Kadın olmanın ağırlığı,
Omuzlarımı değil yalnızca
Ruhumun en ince yerini sancı gibi oyuyor.
Her adım bir uyanış,
Her uyanışta, başka bir hicab.
Gözlerimde yılların buğusu,
Sözlerimde çözülmemiş düğümler;
Birçok “olmaz”ın içinde kaybolan
İsyanla yoğrulmuş bir “ben”…
Ve o ben:
Hâlâ çığlık,
Hâlâ içimde susturulan bir ses.
Her sabah yorgun bir kuş gibi
Kırık kanatlarla uyanıyorum.
Bir yanım kaçmakta ustalaşmış,
Diğer yanım tutunmaya çalışıyor —
Ama içimdeki toprak
Ben anlatsam da hâlâ duymuyor beni.
İçimde susan kadınlar var:
Biri çocukken sustu,
Biri hiç sevilmeden,
Biri hiç var sayılmadan geçti bu hayattan.
Hepsi bir sessizliğe gömüldü
Ama hepsi bir yerimde hâlâ kıpır kıpır.
Bir hicabın koynunda yitik çığlıklar gibi
Sesini duyan yok.
Dünya dönüyor, insanlar akıyor çevremde —
Ama hiçbirinde ben yokum.
Gözlerimdeki buğulu aynaya her bakışımda
Kaybolan bir yansıma gibi
Daha da uzaklaşıyorum kendimden.
Duvarlara çarpıp dönen her adım sesi
Beni hatırlatıyor:
Zamanın unuttuğu cümlelere,
Bir kadının içindeki sonsuz acıya,
Ve aynı kadının içindeki sonsuz direnişe…
Her akşam, bedenim yorgun düşerken
Yüreğimde hâlâ yanıyor
Adı konmamış bir sevda.
Ve ben…
Bu dünyada kaybolmuş bir çığlık,
Sonsuzlukta unutulmuş bir isim,
İçimde susan kadınların
Hâlâ yazılmamış hikâyesiyim.