Çok eski zamanlarda, gölgem bile doğmadan önce, umutlar toprak damların göğsüne serilir, kadınlar gün aşırı sular, erkekler ise öğrenmeleri için hayatı anlatırmış çocuklara; en dirayetli masalları, öylesine fantastik ve öylesine güzelmiş umut beslemek.
Ama zamanın rüzgârı, elimden tutmadan geçerken, gözlerime düştü zamansızlık. Anlatamıyorum sana, çocuk; en kısır cümleler bende, içinden çıkamıyorum umutsuzluğun labirentinde. O eski tarihlerin, bilge şadırvanlarında, korkuya karşı duran umut askerleri varmış; varmış ki en umutsuz anlarda bile insanların yüreğine girer, onlara özgürlüğün, aşkın ve kazanmanın türküsünü okurlarmış.
Ve ben, içimdeki çocukla birlikte büyürken, her adım bir masalın gölgesinde attım; yıldızlı gecelerde, gökyüzüne asılı düşlerin ipini tuttum. Zamanın üzerine çiçekli bir sessizlik serdim; kederlerim, pişmanlıklarım, kırık umutlarım, hepsi birer kuş olup gökyüzünde süzüldü.
Çocuk, seninle oynarım şimdi, elin yüzün kir içinde kalana kadar; camı, çerçeveyi kırana kadar; gün uyuyup geriye anlamsızlık kalana kadar. Ama bil ki, her kırık parça, her çizik, her düş, seni büyütür; sana yalnızlığın, sevginin ve hayatın gerçek ağırlığını öğretir.
Ve işte o zaman anlıyorsun: çocuk olmak, sadece masumiyeti değil; aynı zamanda yaşama meydan okumayı, kayıpları göğüslemeyi ve her bitişte yeniden doğmayı da içerir. Her düş, her acı, her sessizlik, sana kendi efsaneni yazma hakkı verir; çünkü sen, içindeki çocukla birlikte hem geçmişin hem geleceğin bekçisisin.
O eski masallardan kalan umut askerleri hâlâ var; gözlerimizin önünde değil belki, ama içimizde; sesleriyle rehberlik ediyor, kaybolmamamızı sağlıyor. Ve sen, çocuk, her şeye rağmen yürüyorsun; düşlerinle, sevgilerinle, kırık umutlarınla, yıldızlardan süzülen ışıklarınla.
İşte büyümek bu: İçindeki çocukla korkmadan, aşkı ve hayatı kucaklamak; geçmişin gölgelerini saklamak, geleceğe ışık taşımak. Ve her adımda yeniden doğmak… Hep yeniden, yeniden ,yeniden.


