Bir yerlerde hâlâ saklanıyorum,
kırık bir salıncağın gıcırtısında,
dizlerimde kabuk tutmuş yaraların
utancı var
sevince değil, düşe dair…
Sesimi duyan yok yıllardır,
oyunlar çoktan bitti ama
saklambaçta hâlâ ebe beni arıyor sanki.
Bulsa da sevinecek mi,
yoksa “büyüdün artık” mı diyecek yine?
Kırmızı tokamı rüzgâra kaptırdığım gün
bir parçam da uçtu o bahçeden,
annemin sesini özledim en çok:
“Al işte düştün, ama aferin kalktın.”
Kimse demiyor şimdi kalkınca aferin.
Sadece “daha dikkatli olmalıydın.”
Yalnızlığımı cips paketleri gibi buruşturup
çöp kutusuna atmak istedim bazen.
Ama her gece
başımı yastığa koyduğumda
çöp kutusundan çıkıp yanıma geliyor yine…
Dizime kapanıyor,
“Beni de sevsene,” diyor.
Seviyorum…
Susarak.
İçimde büyüyen değil,
büyüyemeyen bir çocuk var aslında.
Onu herkes görsün istiyorum bazen,
ama kimse bakmıyor yüreğiyle.
Yüreğiyle bakmalı insan…
Orada bir çocuk
gökyüzüne uçurtma bağlamaya çalışıyor hâlâ.
Sadece birazcık rüzgâr lazım,
bir de inanacak bir göz.
Hâlâ bir köşede toprağı eşeleyen
ufacık ellerim var benim,
bir hayal gömmüşüm yıllar önce —
ne zaman yanına gitsem
adını hatırlayamıyorum artık.
Sadece çok sevdiğimi biliyorum
ve çok erken vazgeçildiğini.
Babamın ceketinin cebinden çıkan şekeri
biri elimden alsa ağlardım eskiden,
şimdi kimsenin vermediği şeylere
ağlayamıyorum bile…
Dizlerim değil artık,
kalbim kabuk tutuyor
ama hâlâ kanıyor zamanzaman.
Her sabah aynaya bakarken
bir çift göz geliyor aklıma:
Benim ama değil,
yorgun ama umutlu,
çocuk ama ağır yüklerin altında.
Diz çöküp sarılasım geliyor o göze,
“Senin iyi olmanı çok istiyorum,” diyesim…
ama yetişkinler ağlamazmış değil mi?
Yetişkinler hep güçlü olurmuş,
hep susarmış…
İçimde susan o çocuk,
bazen başımı okşuyor geceleri.
“Sen hep yanımdaydın,” diyor,
“beni unutsan da ben seni hiç bırakmadım.”
Ve ben anlıyorum ki:
Ne zaman çok incinsem,
o çocuk geliyor elimden tutmaya.
Yüreğiyle bakmalı insan…
Çünkü göz görmez bazen ne saklandığını.
Ama yürek,
yürek bilir her şeyi.
Ve içimizdeki çocuk,
yalnızca yürekle görünür.