yazi
Feride Ozbilge
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Makaleler
  4. KIRIK ZAMANLAR…

KIRIK ZAMANLAR…

featured

Biz çocukken dünya daha yuvarlaktı.
Televizyonun içindeki adamlar hiç gülmez, hiç küfür etmez, hiç kavga etmez sanırdık.
Sanatçılar sahne ışığından çıkınca da o ağır duruşlarıyla eve döner sanırdık;
koro sanatçıları, haber spikerleri, çizgi film kahramanları…
hepsi hayatın dışında bir gölge, bir karton figür gibiydi.
Biz çocukken insanlara baktığımızda, onların içini saf bir su gibi görürdük.
Ne aldatma vardı, ne yalan.
Meğer sandığımız her şey, bilmediklerimizden yapılmış bir kale imiş.

Sonra düşler gerçeğe, gerçek zorunluluğa, zorunluluk kayıplara devrildi.
Matematik problemlerinden çok daha karmaşıkmış yarınların hesabı.
Bir gün içinde burjuva olup akşamına devrimci kalabilmek,
mucizenin sadece yarısıymış.
Aşkı anlatmıyorum bile; “Yaşın kaç?” dediler, “Ne anlarsın?” dediler;
oysa gönül yaşa bakmazdı, korkuyu bilmezdi.
Bizi en korkunç tünellere sürükler,
sonra paldır küldür birinin yüzüne, yüreğine, ruhuna yıkardı.

Biz sevmeyi yarım yamalak öğrenirken,
her köşe başının bir teyzesi, bir amcası vardı.
Sesimizin volümünü kısarak oyun oynardık,
ama bizim sesimizin on katı bir çınarla yankılanırdı apartman merdivenlerinde.
Korkuyla saklanırdık ama o tatlı çınarlar
bizim gizli oyunlarımızın arka fon müziğiydi aslında.

Mazlum deliler vardı sokaklarımızda;
her biri farklı kafadan, her biri başka bir masal yaratığı gibi.
Biri tam yol ortasında secdeye kapanır, sebebi bilinmezdi;
biri bas bas bağırarak siyaset konuşurdu,
televizyona çıksa tüm bakanlardan daha doğru konuşurdu ama program sonunda tutuklanırdı.
Biri vardı ki, arkasına geçtiği insanlara vuvvv yapardı,
erkek kadın fark etmezdi;
en tuhafı, en korkulanıydı.
Şimdi onların yerinde aynı ceketten çıkmış,
akıllı geçinen şarlatan alkışçıları var.
Delilerimizi bile kaybettik.

Şehir değişti, ülke değişti, dünya değişti.
Emperyalizm büyüdükçe vicdan küçüldü.
Teknoloji yetmezdi eskiden,
bir yere ulaşmak zordu;
ama o yolculuklar, o kısıtlı imkanlar
değerleri bir düş bahçesine çevirirdi.
Şimdi her doğan gün düşlerimizi biraz daha yontuyor.
Ellerimizde birer yongası kaldı o bahçenin;
kırık dökük hatıralar,
kırık dökük biz.

Ama hâlâ umut var.
Umut etmenin haklı gururu,
bir çocuğun elinde uçurtma gibi
rüzgâra karşı asılı duruyor.
Belki yağmur altında sevişmek üşütür;
ama yağmurda yürümek,
bir şehrin nemli taşlarında
kendine ait bir iz bırakmak hâlâ mucize.

Bizim geçmişimiz “karışık” değil aslında;
bizim geçmişimiz bir sofraydı:
ekmeğin yarısı komşunun tabağındaydı,
oyuncağın yarısı mahallenin diğer çocuğundaydı,
gülüşün yarısı teyzenin balkonundaydı.
Şimdi her şey tam,
ama biz yarım kaldık.

Ve belki de bu yüzden hâlâ yazıyoruz.
Bir masal yaratığının dişlerinden kurtulmuş
bir çocuk gibi yazıyoruz.
Bir politikacının gülüşüne bakarak
eksik kalan bir şarkıyı tamamlamaya çalışır gibi.
Çünkü ne olursa olsun,
bir kentin, bir ülkenin, bir dünyanın
en güzel yerinde hâlâ çocuk sesleri var,
hâlâ bir masalın içinden bize sesleniyor.

Ve biz, umut etmenin haklı gururuyla,
yine de var olmaya devam ediyoruz.
Eksik, kırık, yaralı ama inadına çocuk, inadına düş kurarak.

KIRIK ZAMANLAR…
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VakaHaber.CoM ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Bizi Takip Edin
KAI ile Haber Hakkında Sohbet