yazi
Feride Ozbilge
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Makaleler
  4. KORKAK ZAAFLARIMIZ…

KORKAK ZAAFLARIMIZ…

featured

Aşkın kendisi mi ihaneti doğurur, yoksa insan mı aşka ihanet eder?
Bazen düşünüyorum da, aşk denilen o yüce duygunun başına ne geldiyse, insanın korkaklığından, zaaflarından, yarım kalmış cesaretinden geldi. Çünkü aşk, tek başına var olamıyor; onun ruhunu besleyen ya da öldüren, hep biziz.

Ölmeli aşk, diyorsun ya… Belki de ölmesi gereken, aşk değil; aşkı kirleten bizleriz.
Söz verip sözünde durmayan diller, göz göze bakarken bile arkasından başkasına yürüyen gözler, masum bir kalbin üstüne kurşun gibi düşen yalanlar… İşte onlar öldürüyor aşkı. Yoksa aşk dediğin, toprak gibi bereketli, su gibi temiz, gökyüzü gibi sonsuzdur. İnsan elini sürdüğü yerde bozar.

Ama kabul edelim; aşk aynı zamanda insanın en büyük çıplaklığıdır. Korkularınla yüzleştiğin, kendini en fazla rezil de edebildiğin, en fazla yeniden doğurduğun yerdir. Öfkenin, kırgınlığın, gururun bile perdeleyemediği o çıplaklık… Bazen öyle ağır gelir ki, insan kendi gölgesine bile yabancı olur.

Aşk ölmez aslında, sadece şekil değiştirir. Bir gün birini kutsal bilirken, ertesi gün aynı gözlerle ondan nefret edebilirsin. Ama işte tam da bu yüzden aşk, korkuluğun hiç ölmediği bir tarlaya benzer. İhanet de, sadakat de, özlem de, utanç da o tarlada büyür. Ve biz, o korkuluğa bakarak kendimize masallar anlatırız.

Kimi zaman da aşkı ters yüz etmek gerekir. Çünkü bazen sevgi, alışkanlığın maskesini takar. Bazen bağlılık, zincire dönüşür. Bazen “seni seviyorum” sözü, sadece vicdanı susturmak için söylenir. İşte o an, aşkın içindeki çürüğü görmek zorundasın. Çünkü aşk, hak edilmediği yerde artık sadece “ihanet korkusu”ndan ibaret kalır.

Ve belki de en ağır gerçekle yüzleşirsin:
Aşk, sadece senin kadar yaşar.
Senin kadar dürüst, senin kadar cesur, senin kadar insandır.

Belki de en ağır olan; aşkın bitmesi değil, aşkın bitmediği hâlde içinde bir şeylerin ölmüş olmasıdır.
Bir bakarsın; aynı ev, aynı oda, aynı ses… ama artık başka bir sessizlik var. Gülüşlerin tortusu, dokunuşların yansıması, hatta nefeslerin kokusu bile değişmiştir. İnsan, aşkta önce bu küçük ayrıntılardan anlar yitimini.

Ve o an bir şey çarpar yüreğine:
Aşk, sadece sevmek değilmiş.
Aşk, bir omuz vermekmiş; bazen taşımak, bazen de bırakabilmekmiş.
Aşk, elini tutmak kadar elini çekebilmekmiş.
Ve en çok da, bir başkasının ruhunu kirletmemekmiş.

Biz hep “ölmeli aşk” dedik. Belki de asıl ölmesi gereken, korkaklık.
Korktuğun için ihanet edersin.
Korktuğun için yalan söylersin.
Korktuğun için sevdiğini yarım bırakırsın.
Ve korktuğun için aşk sana hep cehennem olur.

Bazen kendine itiraf edersin:
Aşk aslında hiç ölmez.
Biz ölürüz. Biz değişiriz. Biz yıpratırız.
Ama aşk, bir yerlerde, bir başkasının ellerinde, bir çocuğun bakışında, bir kedinin mırıltısında, bir sabahın serinliğinde yaşamaya devam eder.

Ve o zaman anlarsın:
Aşk öldüğünde mezarı yoktur.
Aşk doğduğunda beşiği yoktur.
Aşk sadece senin içindedir ve sen neysen, o da odur.

Ve bir gün gelir, o korkuluk dediğin şey bile yıkılır.
Bir gece vakti, bütün korkuların soyunur.
Sen aynanın karşısında, çıplak ve yorgun bir yürekle kendine bakarsın.
Ve şunu fısıldarsın:
“Aşk ölmez.
Aşkın kefeni yok.
Ölen benim korkularım.”

Ve o anda, aşk yeniden doğar.
Senin içinden.
Kimseden izin almadan.
Kimseden korkmadan.

KORKAK ZAAFLARIMIZ…
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VakaHaber.CoM ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Bizi Takip Edin
KAI ile Haber Hakkında Sohbet