bağışla beni yüreğim
ben hiç sıradan sancılar yaşamadım
o kadar çığlıklar öldürdüm ki içimde
avazımın yırtığından aktı yorgunluklarım
ben seni hep nedensiz sevdim..
ahhh! seni özlemek nasıl bir sarhoşluktu bilemezsin
senden önce..
hep ağladığım bir masalım vardı benim
annemin buğulu sesinden dinlediğim
üstüm başım fukara sevdan
düşkünlüğümdün, sefilliğim..
ama ne güzel deliliktir seni sevmek
ve ne kutsaldır soluğun her alınışında
hep aynı kişiyi özlemek..
aahh!.
nicedir saçlarında yıldızlar büyüten çocukları yazıyorum şiirlerime
turnaların katarına saklıyorum özlemlerimi
bütün renklerin gökkuşağıyla direniyorum karanlıklara
pir sultan gibi kendi ipimi çekiyorum
semah dönen gece kuşları
şarkı söylüyor dilimin enkazlarında
kapımın eşiğinde vuruyor yüreğimi hüzün
yıldızlar kayıyor avuçlarıma
sürgün çaresizliğimle çıkıyorum yollara
ve
dilsiz acılarımla
ödünç aldığım gülüşle
bir hiçliğe mülteci oluyorum
yüreğimin her zerresi hasretinle dolu
bilmiyorlar ki,
soluma düşen susuz bir şiirin kuyusunda yusuf’um
hüseyin’dir içimdeki çaresizliğim
peygamber sabrını kuşanmış dervişler şahittir acılarıma bin asırdır
içimde nöbete kalmış sadakatim suskun
elim kolum bağlı sırattayım
tavan arasına kaldırılan çocuk masalları ve
mahsendeki yıllanmış düşleri sakladılar
pencere kıyısına tünemiş
bir genç kızın rüyalarına bıraktılar bin yıllık korkuları
o zaman anladım
bir bebeğin memeye saldırışıydı hayat
solu direnç açmış bir şarkının nakaratıydı özlemek
tecrite sığmamış bir ormandı hürriyet
rehinci dükkanında unutulmuş
birgün mutlaka diye bırakılan emanetti aşk
yuvarlanmış kimliksiz öykülere karışmış
bitmiş tükenmiş, hiç yaşanmamış gibi
Şimdi,
cebimden çıkardığım gülüşümü
yetim bir bebeğe verdim
sevmelere and içmiş
hüznümün adı hep eylül kaldı
bense,
orta halli bir sevda ile göçtüm
kimse görmedi duymadı öldüğümü..