Ellerin rüzgârda savrulan bir yaprak gibi değil,
köklü bir çınarın dallarına uzanan bir dostluk benimkisi.
Sesin, uzak denizlerden yankılanan eski bir şarkı değil,
kendi içinde dalga dalga çoğalan bir güven.
Sana bir dostluk bırakıyorum,
gölgesi serin, kökü derin,
göz göze gelmeden anlaşılan cümleler gibi
eksik bırakılmış ama tamamlanmaya hazır.
Bazen suskunlukta bir çay tadı,
bazen gecede fısıldayan rüzgâr,
bazen yol kenarında soluklanan bir yolcu gibi…
Ama hep seninle,
ama hep sende,
ama hep içini ısıtan bir yerde.
Ne adı konmalı, ne sınırlara sığmalı,
dostluk bazı şeylerin çok ötesinde,
yürekle yazılan bir mektup gibi,
sarıp sarmalayan,
ama asla zorlamayan…
Sana bir dostluk bırakıyorum,
zamanın eskitemediği,
sözlerin tükenemediği,
baktığında görebileceğin,
sustukça duyabileceğin bir dostluk…
Ve bil ki, dostluk bazen
yürürken gölge veren bir ağaçtır,
bazen de fırtınada bile devrilmeyen bir dağ…
Kendi içinde büyüyen,
kendini anlatmaya ihtiyaç duymayan bir güven.
Sana bir dostluk bırakıyorum,
gözlerin yorulduğunda yaslanacağın bir ufuk,
kelimelerin tükenirse anlayacak bir sessizlik…
Ve en çok da,
hiçbir karşılık beklemeyen,
sadece var olmakla yetinen
kocaman bir yürek.
Zaman değişse de, yollar ayrılsa da
bu dostluk hep burada kalacak,
bir taşın, bir ağacın, bir yıldızın altında
sessizce ama dimdik duracak.
Ellerin üşürse,
gözlerin yorulursa,
yüreğin daralırsa bil ki
buradayım,
Ne zaman içini ısıtan bir rüzgâr esse,
bil ki, oradayım…
Hep buradayım.