Gece, en soğuk yerinden çatladı bu akşam,
karanlık dizlerime döküldü,
ve ben, çocukluğumdan beri ilk kez üşüdüm.
Sana varmayan yolların buz tuttuğu bu şehirde,
adını içime çizdiğim tüm duvarlar,
birer birer yıkıldı.
O evin önünden geçtim yine,
kapının eşiğinde unutulmuş bir rüzgâr gibi.
Beni tanımayan pencerelerine baktım uzun uzun,
içeride bir soba yanıyordu belki,
biri, başka birine çay demliyordu.
Oysa ben, hâlâ bir kışın içinde mahsurdum,
adını söyleyemeden donan bir nehir gibi.
Sen gittin,
şubatın en ayaz gününde,
ellerini ceplerine saklayarak.
Ardında hiçbir şey bırakmadan,
bir kıştan diğerine geçer gibi,
sessiz ve kesin.
İçimde o günden beri fırtına var,
hiç dinmeyen, hiç yönünü bulamayan.
Beni en soğuk yerime bıraktın sevgilim,
zamanın bile durduğu o kör noktaya.
Ne baharlar bulabildi beni,
ne de ben seni unutmanın yolunu.
Güneş, her sabah başka pencerelere doğdu,
ama benim içimde,
o günkü kar hâlâ erimedi.
Şimdi zemherinin tam ortasındayım,
bütün anılarımızı üst üste dizdim,
ve içlerinden geçmeye çalıştım.
Ama her adımda biraz daha battım,
karın altına saklanmış eski bir şair gibi,
sessizce kayboldum.
Ve sen hâlâ bilmiyorsun,
bazı insanlar üşürken yanar,
ve bazı aşklar,
hiçbir mevsimde çözülmez.