Bir duvarın ardında kalmış gibi
hep biraz eksik yaşadım seni.
Konuşsam ağlardım,
susunca içimde kasırgalar büyürdü.
Sen hiç,
birinin adını anmadan
bin kez andın mı?
Bir resimde,
bir kokuda,
bir sokakta kaybettin mi kendini?
Ben kaybettim…
Her adımda, her bakışta,
senin yokluğuna çarptım.
Ve anladım:
Özlemek,
bir kapının sonsuza dek kapalı kalmasını bilmekmiş.
Ve buna rağmen
her sabah o kapının önünde
çiçek bırakmakmış.
Ben seni hep özledim.
Sen bilsen de bilmesen de,
duysan da duymasan da…
Özlemeye yemin etmiş bir yürekle,
sana her gün yeniden
aşkla, sadakatle,
sessizce.
bir tül gibi sarkıyor adın
eski koltukların gölgeliğine,
annelerin, kardeşlerin,
adını unutmuş duvarlar gibi suskun
sen hiç özlemez misin?
bir sofranın ucunda
bir sandalye boş kalır bazen,
işte orada oturur yokluğun,
hiç mi için cız etmez?
bir annenin kısılmış dualarında,
bir babanın sönmüş gözlerinde
bir kardeşin titrek gülüşünde
hiç mi kendine rastlamazsın?
ben,
çiğdemlerin soğuk toprakla inatla direndiği bir baharda
gözyaşlarımı gömmüşüm toprağa,
bir adını, bir bakışını beklemişim;
Sen,
özlemeyi unuttuğun yerden
gözlerimi delik deşik etmişsin.
ellerini cebine sokup
ıslak kaldırımlarda yürürken,
bir an olsun hatırlamaz mısın
senin için titreyen kalpleri?
bir fırtına kopsa içimde,
adını haykırsam bütün yıldızlara,
duyar mısın,
yoksa sağır mı ettin kendini?
özlemek…
bir yara gibi taşınır yürekle,
sen yarayı değil,
yaratanı unutanlardansın.
sen…
özlemeyi bilmeyen,
sevilmeyi ziyan eden
bir zaman hırsızısın.
ben seni beklerken
kapılar eskidi, yollar küstü,
bahçelerde çiçekler boynunu büktü.
sen…
hiç dönüp bakmadın.
hiç üşümedin yokluğumda.
hiç sızlamadı ellerin ellerimi ararken.
sen hiç…
özlemez misin?