“En çok sevdiğim mevsim “
Sonbahar, takvim yaprağından süzülen bir hüzün gibi girer hayatımıza. Ne yazın coşkusuna benzer ne kışın sertliğine; tam ortada, kalbin bir sarkacı gibi sallanır. İlk rüzgâr estiğinde anlarız: yaz bitti. Balkonda asılı kalan havlular, bahçedeki solmuş güller, pencerenin ardına gizlenmiş kedi bile başka bakar insana.
Evde soba kurulmaya başlanır, odaların kokusu değişir. O soba ki sadece odunu yakmaz; anıları da tutuşturur, eski kahkahaları da, çoktan göçüp gitmiş dedelerin dualarını da. Dumanı gökyüzüne yükselirken insanın içine oturur bir sızı, ama aynı zamanda güven verir. Çünkü soba yanıyorsa ev hâlâ sıcaktır.
Battaniyenin altında toplanır haneler. Bir tarafında anne örgü örer, diğer yanında çocuk kitap okur, baba gazete katlar. Yağmurun cama vuran ritmiyle hepsi bir orkestra gibi uyum sağlar. Sonbahar, evin içini küçültür ama yüreğin alanını büyütür.
Sokaklarda başka bir hayat başlar. Okul çantalarıyla yürüyen çocukların ayakları yaprakların üzerinde şarkı söyler gibi hışırdar. İlkokulda defter aralarına koyduğumuz o sararmış yapraklar hâlâ hatıradır; kurur, kırılır, ama asla unutulmaz.
Sonbahar, gençliğin mevsimidir de aslında. İlk aşkın gizli bakışları, kırmızı bir atkının içinde saklanan gülüşler, yağmur altında birlikte ıslanmanın verdiği o tarifsiz heyecan… Banklarda oturulan uzun sessizlikler vardır; konuşmadan anlaşılır, çünkü sonbahar aşkı kelime istemez.
Ama hüzün de gelir beraberinde. Çünkü kayıplar bu mevsimde daha çok konuşur insanla. Yağmur damlasında annenin sesi duyulur, rüzgârın uğultusunda babanın adı çağrılır. Sonbahar mezarlık yollarını da çoğaltır; insanlar dua ederken daha çok ağlar. Yine de yaprakların düşüşü bize teselli verir: hiçbir kayıp yok olmaz, hepsi toprağın derininde yeni bir hayata karışır.
Sonbaharda yalnızlık bile farklıdır. Bir kahve fincanında uzun uzun düşünen birinin gözleri, dışarıdaki yağmura dalıp gitmişken aslında kendi içini seyreder. İnsan sonbaharda kendine daha çok yaklaşır. Yazın gürültüsü dağılır, kışın ağırlığı gelmeden önce içini dinler.
Sonbahar dediğin sadece bir mevsim değildir; içimizde gizli duran en mahrem duyguların açığa çıkışıdır. Yazın hoyrat gülüşleri yavaş yavaş çekilirken, doğa bir tül gibi sarıya, kızıla, kahverengiye bürünür. Sanki dünya “sus artık, dinle” der insana. Çünkü sonbahar, kalbin en çok konuştuğu mevsimdir.
Bir soba çıtırtısı vardır mesela… Odunlar yanarken çıkan o koku, çocukluğumuzdan kalma en eski şarkıları fısıldar. Battaniyenin altına girersin, elinde dumanı tüten bir çay, camdan dışarı bakarsın. Yağmurun cama vuran sesi, kalbine düşen damlaların sesidir aslında. Ve bilirsin, aşk sonbaharda başka bir renge bürünür: daha derin, daha sessiz, daha gerçek.
Ağaçların yaprak döküşü, insana kaybettiklerini hatırlatır; ama aynı zamanda hatırlamanın güzelliğini de öğretir. Bir yaprak yere düşerken aslında bir veda, ama aynı zamanda yeni bir başlangıçtır. Çünkü toprak onu alır, saklar, yeniden can vermek için bekletir. İşte hayat da böyledir: Sonbahar bize kayıpların aslında sonsuz bir döngünün parçası olduğunu fısıldar.
Sonbaharda sokaklar da değişir. Sabahları sis çöker, kaldırımlar yağmurdan parlar. İnsanlar elleri ceplerinde biraz daha hızlı yürür ama kalpleri daha yavaştır; çünkü sonbahar, kalbin hızını keser. Aşık olan daha çok düşünür, özleyen daha çok özler, yalnız olan kendini daha çok duyar.
Ve aşk…
Ah, sonbaharda aşk hep derindir. Yazın coşkulu kahkahaları yoktur, kışın zorunlu yakınlığı da. Daha çok bir göz temasıdır, sessizce uzatılan bir eldir, yağmurda aynı şemsiyeyi paylaşmaktır. Sonbahar aşkı öyle yaz aşkı gibi gürültülü değildir. Sessizdir, derindir. El ele tutuşmak bile başka anlam taşır. Bir bankta otururken şemsiyeyi paylaşmak, üşüyen parmaklara gizlice dokunmak… Bazen sadece balkondan aşağıya süzülen bir bakıştır. Sonbahar aşkı, tıpkı yaprak gibi narindir; düşse de toprağa, kokusunu bırakır.İşte sonbaharda aşk, söylenmeden anlaşılır.
Köylerde, kasabalarda sonbahar ayrı güzeldir. Bahçelerde son elmalar toplanır, ceviz dallarından düşer, kadınlar turşu kurar, erkekler odun dizer. Yorgun ellerde bile bir telaş vardır. Çünkü sonbahar aynı zamanda hazırlıktır; hem kışa, hem hayata, hem de yeni doğacak umutlara.
Bir kafenin buğulu camından dışarıya bakarken yan masada sessizce oturan bir çift görürsün. Ellerini masanın altında tutmuşlardır belki, gözlerinde sözcüksüz bir şiir vardır. Çünkü sonbaharda aşk kelimelerle değil, bakışlarla anlatılır.
Sonbahar bazen bir okul yoludur aslında… Çamurlu ayakkabılarla girdiğimiz sınıf kokusu gelir burnumuza. Sobalı sınıflarda yanan odunların dumanı, defterlerin arasında gizlenen ilk aşk mektuplarıyla karışır. Öğretmenin tebeşir kokusu bile daha sıcaktır sonbaharda.
Hani çocukken yaprakların üzerine basardık da o hışırtı kalbimize sevinç taşırdı ya… Şimdi aynı yaprakların düşüşünü izlerken gözlerimiz nemleniyor. Çünkü çocukken sonbahar oyun demekti, büyüyünce hüzün oldu. Ama yine de, yaprak hışırtısı hâlâ kalbin derinlerinde bir gülüş saklıyor.
Sonbahar aynı zamanda ilk aşkın mevsimidir. O kırmızı atkıyı takan kıza gizlice bakışların, okul çıkışı yağmurda ıslanarak yürüdüğün yollar, eve vardığında burnuna dolan soba kokusu… İçinde hem heyecan hem ürperti, hem gülüş hem gözyaşı vardır.
Ve kayıplar… Sonbahar, kaybettiklerimizi en çok hatırladığımız mevsimdir. Anne kokusu bir battaniyenin içine siner, babanın sesi yağmur damlalarıyla birlikte düşer pencerene. Sevdiklerimizin boşluğu sonbaharda daha ağır gelir, çünkü doğa da bizimle birlikte susar. Ama işte, aynı zamanda teselli de verir; “Bak,” der sonbahar, “yaprak bile düşerken yere yakışıyor. Senin kayıpların da toprakta yeni bir hayat olacak.”
Yağmur… Ah o yağmur… Camdan süzülen damlalar aslında içimizden süzülen kelimelerdir. Çaydan yükselen buharla birleşir, odamızda bir masal kurar. İnsan yağmurda yürürken yalnız değildir aslında; kalbiyle, geçmişiyle, sevdikleriyle yan yanadır.
Sonbahar, insana şunu öğretir:
Her şey dökülür, kaybolur, biter gibi görünür ama aslında hiçbir şey yok olmaz. Her düşen yaprak toprağa karışır, her hüzün bir gün sevince dönüşür. Ve belki de bu yüzden, sonbaharda insan daha çok şükreder.
Ve işin en güzeli, sonbahar insanı yaz gibi bağıra çağıra değil, kış gibi sertçe değil; fısıldayarak değiştirir. İçini ısıtan soba, dışarıdaki yağmur, düşen yaprak, hepsi sana “yaşamaya devam et” der. Ve kalbin bilir: Aşkın en sahici yüzü, en sessiz mevsimde, sonbaharda saklıdır.
Yani, sonbahar sadece battaniye, soba, yağmur değildir. O, kalbin kendisidir.
Ve biliyor musunuz? En güzel aşk, sonbaharda başlar; çünkü insanın kalbi ancak bu mevsimde gerçekten konuşur.
Sonbahar bize şunu fısıldar: “Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez, ama her şey yeniden başlar.”
Dökülen yapraklar ölmez, toprağa karışır. Kaybolan gülüşler geri dönmez ama hatıralarda yeniden açar. Bitmiş aşklar bile kalbin derinlerinde başka bir renk bırakır.
Ve işte, battaniyenin altında çayın buharı yükselirken, camdan süzülen yağmur damlalarıyla yarışırken şunu anlarız: Sonbahar aslında hüzün değil, yeniden doğuşun provasını yapar.
Sonbahar dediğin, sadece soba, battaniye, yağmur değildir.
Çocukluğun saklı sesi, ilk aşkın ürpertisi, kayıpların derin izleri, yalnızlığın aynası ve aşkın en sessiz ama en güçlü hâlidir.
Sonbahar, aslında hayatın bize fısıldadığı şu cümledir:
“Hiçbir şey sonsuz değil, ama her şey yeniden doğabilir.”