“Dal seni bekler; bazen gövdenin en derininde, sızlayarak.”
Beni en çok
gitmeyenler incitti
adını hâlâ
gidenlerin arasına yazamadım.
Bazen bir suskunluk,
bir gidişten daha fazlasıdır.
Sen, işte öyle kaldın içimde.
Bir çekmece vardı,
gövdemin tam sol yanında…
içinde buruşmuş hayaller,
göndermeye cesaret edemediğim bir mektup,
ve bir kalemin ucunda
sana değmeden bitmiş şiirler.
Sen…
bütün yarım kalanların toplamıydın.
Bir tül gibi aralanan geçmişin
kokusuydun hâlâ,
kurumuş bir gül gibi
kaldın parmaklarımda.
Toz,
her sabah yeni baştan çöker çekmecelere.
Seninle yaşlanmazdı hiçbir hatıra.
Bazen bir şarkının kıyısında
adı bile söylenmeyen “biz”e düşerim
öyle ansızın,
öyle derin.
Gizli bir raf gibiydi kalbim,
kimsenin ulaşamayacağı.
Senin izlerin
hala parmak izim gibi
her şeyde.
Gölgesi çekilmiş bir ağacın
altında beklemek gibi bu;
sen çoktan gitmişsindir
ben hâlâ üşürüm.
Ve biliyorum,
bir çekmeceyi kapatmak
her zaman unutmak değildir.
Bazı acılar,
gömülür ama ölmez.
Sadece başka bir isimle anılır:
“Hiç.”
O şiir hâlâ orada.
Rüzgâr değince sızlayan bir yaprak gibi
kıpırdanıyor bazen,
kimse okumuyor.
Çünkü sen gitmedin aslında,
sadece hiç dönmedin.
Çekmeceyi kapatırken
elim ürperir hâlâ.
Ve her kapanış,
bir ömrün daha sessiz kapanışıdır.
…Bazı çekmeceler,
asla açılmamak üzere kapanmaz.
İçinde sen yaşarsın,
adı konmamış bir hatıra gibi.