“Ağaç susar, orman susmaz. İnsan susarsa vicdan yanar.”
Yangın sadece ormanı değil, bizim insanlığımızı da tutuşturuyor artık.
Son yıllarda Türkiye’nin dört bir yanı alevlere teslim.
Sadece ağaçlar değil, göç yolları da yanıyor, kuşlar, geyikler, sincaplar…
Bir ağacın yanması demek, 70 yılın yanması demek.
Bir orman… Bir ömür…
Peki bu kadar büyük yangınlar neden çıkar?
Gerçekten sadece “hava sıcak” diye mi?
Yoksa suskunluğun gölgesinde büyüyen bir başka “yangın” mı var bu işin arkasında?
Göz göre göre yanıyoruz. Hem de her yaz, yeniden.
Ve ne hazindir ki, her yazın ateşinde sadece ormanlar değil, köyler, canlar, umutlar da kül oluyor. Bu yıl da yine yangınların göbeğine düşüverdik. Eskişehir’den, Muğla’ya, Adana’dan Çanakkale’ye kadar bir ateş çemberinde sıkışıp kalmış gibiyiz. Yetmediği gibi, bu alevlerin gölgesinde siyaset, rant, ihmal, suskunluk, duyarsızlık ve telaşsızlık da aynı anda kol geziyor.
Ama biz bu yazıya, o alevlerin içinde kalanlardan bakalım.
__Ümmühan’ın İçinden Konuşan Sessizlik
Ümmühan, evini kaybetti o yangında. Evi dediğin iki göz oda, bir taş ambar, bir dam. Ama her taşına, her isine gözyaşı sinmişti.
Yangının ertesi sabahı, evinin yerinde yanan bir çocukluk, tutuşmuş tülbentler ve dilsiz bir kedi kaldı.
Kedi dediysek, artık gölgede gezinen bir yas gibi. Külün içinden geçen, gözleri buğulu, sırtı yanık bir sessizlik gibi dolanıyor evin yok yerinde.
Ümmühan içinden şöyle söylüyor, sesi çıkmıyor:
“Ah be devlet, evim yandı, ama niyeyse seni çağırmaya utanıyorum. Sen beni hangi haritada yaşıyor sanıyorsun? Kimim ben senin için?”
Kimi zaman ağzına almaya çekindiğimiz gerçekler, Ümmühan’ın yüreğinde köz gibi duruyor. Kimse ona psikolog göndermedi. Oysa tek istediği, biri çıksın da yandığı yerden baksın gözlerine.
__Rıza’nın Arılarına Ağıt
Ormanın kenarında yaşar Rıza. Emekli olmadan önce öğretmendi. Emekli olunca kovan dizdi, balını hem köyde satar hem komşusuna dağıtırdı. En sevdiği arısı “Sarı” idi. Ne zaman elini uzatsa, o gelir konardı.
Yangın başladığında traktörüne atlayıp en yakın göletten su taşıdı. O gece sabahladı. Ama sabah olduğunda, ne Sarı vardı ne diğerleri.
“Ben ömrümde böyle yangın görmedim,” dedi. “Bu yangın değil, kıyamet.”
Ormanla birlikte dilini, sesini, evladını kaybetmiş gibiydi. Arıların yandığı yerde şimdi kara is var. Ama o hâlâ her sabah o noktaya bakıyor. Belki bir tanesi geri gelir diye.
__Ali’nin Son Görevi
Ali henüz 22’sindeydi. İtfaiyeci olmak onun hayaliydi. Eğitimi tamamladığı gün sosyal medya hesabına yazmıştı: “Hazırım. Vatan için, insan için, doğa için.”
İlk görevi yangın bölgesiydi. Dumanın en yoğun olduğu yere gönüllü yazıldı. Kimse ona “sen yeni başladın, dur biraz” demedi. Ama Ali de kimseye bakmadan, “Beni yananların yanına götürün” dedi.
Ali’nin elleri hâlâ yanık, ama artık tutacak bir şey yok. O bir ateşin ortasında ömrünü mühürledi. Geriye bir çift yanık eldiven kaldı. Annesi, eldivenleri yastığının altına koyup uyuyor şimdi. “Hiç değilse rüyama gelsin,” diyor.
__Traktörle Gelen Umut , milletin efendisi köylüler..
Yangın büyüdü, destek yoktu. Helikopterler çok sonra geldi. Ama köylüler vardı. Traktörlerle, bidonlarla, tencerelerle. Kimi su taşıdı, kimi toprağı yangının üstüne attı. Biri “Yangını söndüremeyiz belki ama komşumuzun gözyaşını sileriz” dedi.
İnsanlık, devletin unuttuğu yerde ortaya çıktı. Kadınlar ekmek verdi, gençler hortum tuttu, yaşlılar dua etti.
__Ve Bürokratlar.. Perdelerin Ardından
O sırada şehirde bir toplantı vardı. Yangın ekranlarda sürüyordu, bürokratlar perdeyi kapattı. Tatiller bozulmasın diye açıklamalar ertelendi. Ormanlar cayır cayır yanarken “koordinasyon” dendi. Oysa ne bir önlem, ne bir yangın planı ne de bir özür duyuldu.
Yangının ortasında kalanlar, üstüne bir de devletten gelen gecikmeli ilgisizlikle yandı. Ne helikopterler ne uçaklar zamanında geldi. Bürokrasi önce sustu, sonra açıklama yaptı. Ama o açıklamayı Ümmühan, küle dönmüş sobasının içinde otururken duymadı bile.
__Yandığımız Yerden Bir Gelecek Kurmak
Bu yazı yalnızca alevleri değil, o alevlerde yok olanları, sessizce haykıranları anlatmak için yazıldı. Her yangın yeni bir ihmalin yansımasıysa, her ihmal bir sonraki yangının habercisidir.
Ümmühan’ın sessiz çığlığı, Rıza’nın Sarı’sı, Ali’nin yanık eldivenleri… Bunlar sadece bir yazın hikâyesi değil; bunlar, göz göre göre kaybettiklerimizin anıtıdır.
Ve en çok da şunu sormalı: Bundan sonra neyi kurtaracağız? Çünkü bazen bir ağacı, bir arıyı, bir insanı kurtarmak, bir ülkeyi kurtarmaktır.
Ateşin düştüğü yeri görmeyen, kıyameti uzak sanır.
Ama her yanan ormanla, insanlığın yüzü biraz daha kararıyor.
Seyretmeyelim. Sessiz kalmayalım.
Her sözcük, her paylaşım bir su damlasıdır.
Biz sustukça susuz kalır yanan yürekler.
Bu yazı bir yangına su taşımaz belki ama,
bir vicdana dokunur belki.
Ve en önemlisi:
Doğa “emanet” değil, “nefes”tir.
Nefesine sahip çıkmayan, bir gün kendi nefesiyle boğulur.