yazi
Feride Ozbilge
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. İNSAN OLMANIN KARMAŞIK GERÇEĞİ

İNSAN OLMANIN KARMAŞIK GERÇEĞİ

featured

İnsanlık tarihinin en eski ve en karmaşık sorusu:
“İyi kimdir, kötü kimdir?”

Bu soru, yalnızca bir yargı cümlesi değil;
bazen içimizden geçirdiğimiz bir düşünce,
bazen sokakta yanından geçip gittiğimiz bir yüz,
bazen aynada gördüğümüz gözlerdir.

Çünkü her birimizde hem iyilik hem kötülük vardır.
Kimi zaman iyi niyetle yanlış yaparız.
Kimi zaman yanlış yolda iyi bir durak oluruz.

Peki, “iyi” ve “kötü” nasıl tanımlanabilir?
Bu iki kavram neye göre ayrılır?
Kim doğru, kim eğri?
Kim karar verir?
Kim tartar bizi?

Hiçbirimiz kötü değiliz…
Hiçbirimiz masum da değiliz…
Ama bu ikisi arasında, o incecik, kırılgan çizgide yitip gidenleriz biz.

Kim bilir? Belki de insan olmak, o çizgide yürümek demekmiş. Her adımda biraz düşmek, biraz yıkılmak, sonra yeniden kalkıp hayata direnen o nafile güç.

Ne doğru, ne yanlış…
Ne günah, ne erdem…
Bunlar, başkalarının bize giydirdiği elbiseler.
Ruhumuzun çıplaklığını örtemeyen, soğuk ve yabancı kumaşlar.
Koskocaman profesörün ellerinde, bir kadının yüzü paramparça olurken, o kadın susar…
Susar, çünkü bilmez nerede yıkılır insan, nerede tutunur hayata.

Ve tinerci Adem, enkaz altında kalan çocuklara uzanan elleriyle, sessizce hayatı kutsarken, kim bilir kaç defa kırılmıştır, kaç defa unutmuştur kendini?

Din adamı, cebine koyduğu parayla, gözyaşlarını aldatırken, o hayat kadını böbreğini verirken sessizce ölüme yakar canını.

Modern yaşamın karmaşasında, bu iki kavram net çizgilerle ayrılmaz.
Saygın bir profesör evde şiddet uygulayabilir.
Yoksul bir bağımlı, bir çocuğun hayatını kurtarabilir.
Görünüş, rol, unvan , çoğu zaman yalnızca bir maskedir.

Bunu gördüğümde içimden hep şöyle derim:

“Kimin duası Tanrı’ya daha yakındır?”
“Kim insanlığa daha çok yakındır?”
“İbadet mi iyilik doğurur, yoksa acıya dokunmak mı?”

Çoğu zaman bir hayat kadınından öğreniriz merhameti,
bir sokak çocuğundan duyarsın adaleti,
bir yaşlı kadının elindeki çatlaktan görürsün vakarı.

Toplumun “günah” dediği bir kadın,
çöp karıştıran kedilere kabanını serer geceleri.
Maaşı yüklü biri, komşusunun soğukta donmasına göz yumar.
Hangisi daha iyi?

Bu örnekler yalnızca tesadüf değil.
İnsanın doğası; çelişkilerle, katmanlarla dolu.
İçimizde bir çocuk kalıyor bazen, ağlamak istiyor ama susuyor.
İçimizde bir yetişkin büyüyor, adalet istiyor ama korkuyor.

İnsan bu:
Hem affeder, hem yargılar.
Hem sever, hem kıskanır.
Hem ağlar, hem utanır.

Ve tüm bu karmaşanın ortasında, “ahlak” dediğimiz şey ortaya çıkar.
Ama ahlak da evrensel değil, tek bir milletten, dinden, kültürden ibaret değil.
Bir toplumda övgü olan, bir diğerinde ayıp sayılabilir.

zaman şöyle soruyorum kendi kendime:
“İyi kim?”
“İyi olan bizden mi, yoksa tanımadığımızdan mı?”
“İyiliğin ölçüsü, tanıklık mı, yoksa yüreğin tanıklığı mı?”

Düşünüyorum da…
Belki de insanın en büyük ölçütü empati.
Başkası acı çekerken gözünü kaçırmamak,
ağlayan bir çocuğun başına dokunacak kadar cesur olmak,
ve en çok da…
başkasının düştüğü çukura, kendi yüreğini indirebilmek.

Yani “iyi olmak” süslü bir kavram değil,
Bir çayın demlenmesini beklemek kadar sabırlı olmak,
Birinin sessizliğini anlamaya çalışmak kadar dikkatli olmak…

Çünkü iyi insan olmak, büyük işler yapmakla ilgili değil.
Küçük kötülüklere bulaşmamayı seçmekle ilgili.

İnançlarımız, ailemiz, eğitimimiz, yaşadıklarımız…
Bunların hepsi içimizdeki iyiliği ve kötülüğü yoğurur.
Ama günün sonunda vicdan denilen o sessiz terazideyiz.
Ve herkes yalnızca kendi yüreğine hesap verir.

İnsanı tanımak, onun içindeki karanlığı da sevebilmekle başlar.
Yargılamadan bakmak, görmeye çalışmak, anlamaya niyet etmek…
İnsan olmanın asıl hali belki de budur:
Anlamaya çalışmak. Sabırla.

İşte insanlık…
İçinde binlerce hikaye, binlerce çelişki. Derisi siyahbeyazkahverengi, inancı farklı, dili farklı ama aynı dünyada aynı yıldızların altında, yalnız ve kimsesiz.

Kim doğduğu yeri seçebilir ki?
Ya da ailesini? Biz, rüzgârın sürüklediği yapraklar gibiyiz, nereye düşerse orada yanarız. Ama insan yine de umut eder. Gözlerinde beliren o son ışığı arar, kendi karanlığında kaybolurken bile.

Biz, kendi ellerimizle ördüğümüz o karmaşık ağlarda kendi kendimize kurduğumuz hapislerde, hem mahkûm, hem gardiyanız.
Ve her gece, kendi ruhumuzun ağıtını yakarız. Bazen sessizce, bazen haykırarak.
Çünkü insan olmak, acıyla yoğrulan bir ağıt demekmiş.

Sonuçta hiçbirimiz bütünüyle iyi ya da kötü değiliz.
Hepimiz insanız.
Eksik, çelişkili, bazen hatalı ama çoğu zaman niyetli.
Niyetle yaşamak, niyetle düzeltmek…

İnsan olmanın yolu;
acıdan ders çıkarmak,
karanlığını fark edip aydınlığa yönelmek,
kendine bile acımasız davranmaktan vazgeçmek.

Belki o zaman iyiliğin ne olduğunu unutmamaya başlarız.
Belki o zaman, başkasının hayatını kendi hayatımız kadar önemseriz.
Ve belki de, asıl “iyi insan” olmak,
bir unvan, bir davranış ya da bir etiket değil…
bir duruş meselesidir.

Hoşgörüyle, empatiyle ve vicdanla yürüyen bir duruş.
Ve belki de, bu ağıtı anlamak için önce kendimize acımamız gerekirmiş

İNSAN OLMANIN KARMAŞIK GERÇEĞİ
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VakaHaber.CoM ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Bizi Takip Edin
KAI ile Haber Hakkında Sohbet