o delik deşik duvarların ötelerinde
zaafı susmuş berbat bir insanlığın yetmezliğindendir bu kavga
adı savaş…
öldü insanlık
kıyametimizi yazdı
intihar eden kör sağır dilsiz vicdanlar
kıyısı barış kokan bir ülkenin
salıncaklarında sallanan çocuklar öldü
tam da erik çiçeklerini açarken nisan
gri tonlu hikayeleri boş ver
bana sevgiden bahset anne
sakın ölme sakın
beni halâ yaşanacak güzelliklere inandır..
el ele yürüyen insanların olduğu mutlu zamanları anlat
babamı anlat
o kocaman dağı anlat
köpeğimiz meks’i anlat
yaşıyorlar mı sence anne
bir gün gelecekler mi
sakın öldü deme
öldü deme
yağmur sonrası doğan gökkuşağının güzelliğinden bahset meselâ
daha senaryosu yazılmamış bir savaşın ortasında merhametten uzak kalışımızı değil
yitik hayallerimizin, zemheri öykülerinde özlüyorum
odamı oyuncaklarımı
arkadaşları mı
hiç tanımadığım suretlerin sohbetlerine karışıyor acılarım ve kayıp babam
yıkılıyor kalelerim bir bir
çoktan haritadan silinmiş bir kentin sığınağında
öylesine korkak
öylesine sinmiş
öylesine şaşkın
ağlamaktan uyuşmuş bir bebeğin sanrılı düşü
çocukların endişelerine karışırken
bomba sesleri kalbimi parçalıyor
annemin yanaklarından süzülen yaşa dokunuyorum
mutluluğun es geçtiği umutlara sığınıp yalvarıyorum
aklım almıyor
unuttum dilimi lehçemi
bilinmeyen bir lisanla sesleniyorum sana tanrım
beş para etmeyen büyük adamların
lanetlenmiş inançlarından
duyularından
ruhlarından koru insanlığı
Yıkılmış şehirlerin kan barut kokan sokaklarında böyle yaşanır mı
yaşamak bu mu anne.!
yoksa hepten öldü mü yaşam ey Tanrım ..!