Ela, günlerdir ateşler içinde yatıyordu.
Yanakları, sabah güneşinin kızıllığını andırıyor; dudakları, kuruyan bir ırmağın çatlak kıyılarına benziyordu. Ağrılar, ruhuyla birlikte bedenini de oymuştu sanki.
Eşi, Ela hasta diye birkaç gündür içki içmiyor, dışarı çıksa bile eve çabucak dönüyor; kapıdan girer girmez Ela’nın gözlerine sığınıyordu. O gözlerde bir zamanlar huzur, sonra keder, şimdi ise sessizce akan bir özlem vardı.
Ela, bu ilginin kendisi iyileşinceye dek süreceğini biliyordu. Çünkü eşi, alkol almadan duramayan bir adamdı. Onu, içi boş dostlukların ihanetinden koruyan tek şey, rakı kadehinin buzlu yalnızlığıydı.
Aslında bir bakıma ölmek istiyordu…
Ama bir bakıma da Ela’nın göğsüne başını koyup yaşamak…
Ela ile eşinin sevgisini herkes bilirdi.
Zamanında, bir gülüşüyle Ela’nın omuzlarına yıldızları indirmişti adam. Taa ki içindeki kırılganlıklar, onu karanlık sokaklara sürükleyene kadar…
O gün biraz gözlerini araladı Ela. Akşam yemeğini yedikten sonra, eşi biraz iş halledip odasına dönmüştü.
Yüzü kıpkırmızıydı, alnı terliydi.
Ela, yıllardır tanıdığı o adamın, o an bir başkalaşım geçirdiğini fark etti.
Bir şeyler oluyordu.
Yerinden fırladı. Başına buz koydu.
Adam tuvalete gitmek istedi, Ela destek oldu ama içi rahat etmiyordu.
Ambulansı aradı.
Beş dakika içinde kapı çalındı.
Tanı konamadı. En yakın hastaneye götürüldü.
Geceydi. Aralık ayazı, hastane koridorlarına sızıyordu. Asansörler çalışmıyordu.
Ameliyathaneye zorlukla indirildi. Anjiyo yapıldı. Ve yoğun bakıma alındı.
Tam 23 gün…
Ela her gün, sadece beş dakika…
Yüzünde maskesiyle, gözünde sabrı, dilinde dua, kalbinde binlerce anı…
Sürekli güzel günlerden bahsediyordu ona.
“Hatırlıyor musun” diye başlayan cümlelerle bir ömür kuruyordu yeniden.
” Eve geldiğinde eşiyle konuşamadıklarını kaleme alıyor, yazıyor, yazıyordu..
Canım…
Hatırlıyor musun?
Bir gün ‘ölmekten korkmuyorum’ demiştin.
Ben de ‘yaşamak seni severken zor’ demiştim.
İkimiz de o an ne demek istediğimizi tam anlayamamıştık belki.
Ama şimdi, işte tam da şimdi. Zamanın kıyısında, kelimelerin sustuğu bir noktadayız.
Sana her gün aynı hikâyeleri anlattım.
Gülüşümüzü, ilk karın altında yürüyüşümüzü,
Yıkılan hayalleri, sonra üzerine kurduğumuz yeni evimizi… Birlikte büyüttüğümüz sessizlikleri… Birbirimizi unuttuğumuz günleri bile…
Çünkü her biri sensin. Benim gözümde, kalbimde, ellerimde sensin.
Şimdi sen uyuyorsun gibi.
Ama nefesin hâlâ burada.
Demek ki hâlâ bir umut var.
Ben o umuda tutundum.
Ne geçmişi didikliyorum artık, ne içimdeki öfkeyi.
Sadece “bugün” var bende.
Bugün nefes alıyorsan…
Yarın iyi olursun, kalkar yürürsün belki.Öbür gün gülümsersin.Ve ben yine saçlarını düzeltirim senin.
Biliyor musun?
Sana bakarken içimde bir çocuk ağlıyor ama bir kadın ayağa kalkıyor.
Ve o kadın seni yeniden seviyor. Sana kıyamıyor. Eksik, yamalı, yorgun ama daha derinden.Çünkü sevgi, bazen yeniden doğmayı seçmektir.
Ben seni yeniden seçtim…
Bu hâlinle, bu sessizliğinle…
Ve bu sefer kendimi de unutmadım.
Ela.”
Geçmişi düşündü…
Birlikte güldükleri o yaz gecelerini…
Ela’nın saçlarını örerken söyledikleri şarkıları…
Ya da bir kavgadan sonra birlikte sustukları saatleri…
Ona bağırdığı anları bile özlüyordu şimdi.
Çünkü en azından konuşuyordu o zamanlar.
Sonunda gözlerini açtı adam.
Ama dünkü o sağlıklı, dinç adam gitmişti.
Yemiyor, içmiyor, konuşmuyor… Sadece nefes alıyordu.
Ela, yaşanan her şeyi bir kutuya koydu.
Kapağını kapattı ve zihninin en derin yerine bıraktı.
Şimdi eşine onun ihtiyacı vardı.
Ve o, hâlâ onun eşiydi.
Ela yeniden güç topladı.
Akıl, yürek, merhamet…
Hepsini bir araya getirdi.
O hasta adamın ellerine bıraktı.
Bir zamanlar kendisini unutan adamı…
Şimdi hatırlamak zorunda kalan kadına dönüştü.
Ve anladı ki…
Her zorluğun ardında, sakince bekleyen bir mucize vardır.
Yeter ki vazgeçmesin insan…
Sevmekten, sabretmekten, iyiliğe inanmaktan…
Çünkü Ela, kendini unutturmuş bir sevgiyi…
Kendine yeniden öğretebilen bir kadındı.