yazi
Feride Ozbilge
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Makaleler
  4. BUZUN ALTINDAKİ ÇİÇEKLER..1

BUZUN ALTINDAKİ ÇİÇEKLER..1

featured

“ANYA “

Sabahın gri ışığı, savaşın gölgesine düşerken Anya penceresinin kenarında bekliyordu. Henüz on yaşındaydı ama gözlerinde bir yetişkinin yorgunluğu vardı. Evlerinin duvarında bir zamanlar asılı olan renkli tablo, şimdi yıkıntının altındaydı — kuşlar uçmuş, gökyüzü griye bürünmüştü. Bir zamanlar babasının doğum gününde aldığı oyuncak ayı, şimdi bir köşede isli ve tek gözsüz yatıyordu. Anya bazen ayının kulağına fısıldar, “Sen duyuyorsun değil mi?” derdi, sonra ağlamadan gülümsemeye çalışırdı.

Mahallenin sokak kedisi Mişa da vardı eskiden. Kar yağınca Mişa küçük patileriyle bahçeye çıkar, Anya’ya eşlik ederdi. Şimdi Mişa yok. Bir sabah, patlamanın dumanı arasında kaybolmuştu. Anya o günden beri her sabah bahçeye bakıyor, “Belki geri gelir” diyordu. Mişa’yı beklemek, umutla nefes almak gibiydi. Umutları küçük ve tüylüydü artık.

Okulu da kapanmıştı. Kendi sırasını, tahtadaki yazıları özlüyordu. Bir gün defterinin kenarına, öğretmeni için küçük bir resim çizdi; mavi bir gökyüzü, beyaz bir okul binası, kırmızı paltolu çocuklar. Çizimin yanına titrek bir yazıyla şunu ekledi: “Bizi gören, bakan var mı?”

Patlamaların sesi uzaklardan duyuluyordu; bazen gök gürültüsüne, bazen bir rüyanın ortasında çığlık gibi patlıyordu. Anya kulaklarını kapatmazdı artık alışmıştı. Ama alışmak, unutmak değildi.

geceannesi ekmek kırıntılarını saklarken babası sessizce radyoyu dinliyordu. Radyo susmuştu ama babası dinlemeye devam ediyordu. Çünkü bazen suskunluk, haberden daha çok şey söylerdi. Anya defterini açtı, sayfaları lekeli, kapağı yanık. Küçük harflerle yazmaya başladı. Yazdıkları sanki bir çocuğun değil, buzun altından gelen bir sesin sözleriydi:

“Biz hâlâ buradayız, lütfen sesimizi duyun görün.
Oyuncaklarım gitti, Mişa gitti, okul gitti.
Ama kalemim var. Kalemim var ve ben yazıyorum.”

Her kelime parmaklarının ucunda buzla mühürlenmiş gibiydi. Sobada yanacak odun kalmamıştı ama Anya yazmaya devam etti. Çünkü bazen bir çocuk için yazmak nefes almak gibidir.

Bir sabah, yıkıntıların arasından bir top buldu. Arkadaşının topuydu, yarısı yanmış. Topu gökyüzüne fırlattı. Top kısa bir an gökyüzünün maviliğini hatırlattı ona. Sonra yere düştü. “Gökyüzü bile utanıyor bizden…” dedi, sesi duyulmayacak kadar kısık. Ama kelimeler defterine geçti.

Defterinin bir sayfasına annesinin ellerini çizdi. Yıpranmış, çatlamış, ama hâlâ sıcacık. Diğer sayfaya babasının dinlediği radyoyu. Sonra küçük bir not düştü: “Bir gün bu defter birine ulaşırsa, belki dünya biraz utanır.”

Bir gece Anya artık kararını verdi. Defterinin son sayfasını açtı. Üstüne şunları yazdı:

Ben yazacağım anne. Belki biri okur kimbilir .

Gün boyunca küçük anekdotlarla hikayesini zenginleştirdi: enkazın arasında bulduğu kırık bir bebek, duvarda kalan bir resmin solmuş renkleri, pencereden bakarken gökyüzünde süzülen bir kuş… Her biri, onun sessiz çığlığının tanığıydı.

Akşam olunca, penceredeki buğuya bir kalp çizdi. Kalbin içine üç kelime sığdırdı:

“Biz hâlâ buradayız.”

Kalp pencere buğusuyla silindi ama Anya’nın içindeki çığlık kalıcılığa dönüştü. Büyüdükçe yazacak, yazdıkça dünyayı utandıracaktı.

Gece uzun, kar kalın, umut inceydi. Sobada yanacak odun kalmamıştı, ama Anya yazmaya devam ediyordu. Defterinin sayfaları don tutmuş parmaklarıyla karışmış, her kelime buzla mühürlenmiş gibiydi. Ama o durmadı. Bir çocuk nasıl durabilir ki, eğer yazmak hayatta kalmanın tek yoluysa?

Yazdığı şey bir mektuptu. Ama mektubun bir adresi yoktu. Üstüne sadece şöyle yazdı:

“Dünya’ya. Kim olursa, kim kalmışsa…”

“Sevgili Dünya,” diye başladı,
“Ben Anya. Belki beni hiç duymadın. Belki duydun ama sustun.
Burada gökyüzü gri, kar beyaz değil artık.
Oyuncaklarım yok, okul yok, ama hâlâ bir kalemim var.
Bazen onu mermi gibi tutuyorum, bazen dua gibi.”

Anya yazarken elleri titriyordu ama her satırında bir çocuk cesareti vardı. Devam etti:

“Bizi kurtarmasan bile, hatırla.
Ben Anya, doğduğum gün ilk kez ağladım, ama o zamanki ağlayışımın bir anlamı vardı yaşamak içindi.
Şimdi ağlamaktan utanıyorum, çünkü sesim kimseye ulaşmıyor.”
Eğer bu mektubu biri bulursa, lütfen cevap yazmasın.
Çünkü biz artık duyamıyoruz.
Sadece çocukları unutmasınlar.”

Bir an kalemi bıraktı, camdan dışarı baktı. Gökyüzünde bir ışık vardı ,patlayan bir bombanın değil, uzak bir köyün lambasıydı. O ışığı görünce yüreği ısındı.

“Belki biri var, belki biri hâlâ iyi…” diye mırıldandı

Mektubu katladı, defterinin arasına koydu. Bir kavanoz buldu, mektubu kavanozun içine yerleştirdi. Kavanozu pencerenin önüne koydu. Orada karın içinde küçük bir ışık gibi durdu. Belki biri bulur, belki buz erir, belki dünya biraz utanır. Belki bir asker, bir öğretmen, bir anne… biri bulur ve Birleşmiş Milletler’in kürsüsüne koyar. Orada yüzlerce mikrofonun önünde bir çocuğun sesi olarak okunur. Ve o ses, dünyanın en sessiz salonunda yankılanır: “Biz hâlâ buradayız.”

Uzun uzun sustu. Belki bir gün biri bu defteri bulur, belki bir asker, belki bir öğretmen, belki bir anne… Okur, anlar, utanır diye düşündü.

Anya o gece uyumadı. Uyusa da rüyasında bir sıcaklık vardı: hiç görmediği bir kız elini tutmuştu ,adı Meryem’di. Biri Ukrayna’da, biri Gazze’de, aynı gökyüzünün altında, iki küçük kalp birbirini bulmuştu.

Ve bir sabah, BM’ye ulaştığını düşündü; bir görevli mektubu aldı, gözlerini Anya’nın kelimelerine dikti. Sessizlik, bir nefes gibi durdu odada; sonra vicdanlar sarsıldı. Anya, küçük bedeniyle, dünyanın bir köşesinde büyük bir yankı yaratmıştı.

“Biz buradayız. Unutmayın,” diyordu hâlâ, kalemi ve yüreğiyle.

BUZUN ALTINDAKİ ÇİÇEKLER..1
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VakaHaber.CoM ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Bizi Takip Edin
KAI ile Haber Hakkında Sohbet