Saf,lekesiz,dokunulmamış derin sessizliğindeydi gece,
Sabaha karşı ısrarla çalan telefon,
Telefonda annem’’’kaybettik yavrum,hadi gel’’’’ diyen sesi.
İçim kasılıyor,
Korkularımı, öfkelerimi kucaklayıp
Yüreğimi saran bir kederle, apar topar çıkıyorum evden
Sabah ezanı okunurken,
Ölüm sinmiş gece/gündüze dönüyor…..
Şimdi ölüm,kumsal da ki ayak izlerini siler gibi,
Hayata dair duyguları da siliyor,
Bende ise,
Uysal sesi,yumuşak gülümsemesi
Kekremsi bir keder kalıyor geriye…
Dokunulmamış, lekesiz bir eylül sabahında
Seni morg’tan alıyoruz,
Kederlerimin ağzını bıçak açmıyor,
Garipliğin öyle dokunuyor ki içime.
Yakaran gözlerindeki acılarınla,
Çaresiz,sessiz imdatların geliyor aklıma
Yüreğim parçalanıyor
Baktığım her şey bana,bir hiçliği hatırlatıyor….
Nasıl, bir zamanlara karışıverdin, o güzel narinliğinle,
Ölümden, elden ayaktan düşmek değildi senin derdin,
Ardında bırakacaklarındı, seni yakıp kavuran
İyilikleri ve kötülükleri
Hakşinaslıkları ve haksızlıkları,
Hayatın zorluklarını da tatmıştın
Ama, ölüm dört nala ne diye gelmişti…
Yapılacak işler vardı daha
Verilen sözler,
Umutlar,dilekler
Olmadı be güz gülü, olmadı böyle gidişler…
Her köşesini doldurduğun evinde
Artık sesin eksik,sen eksik
O acılarının arasında,selâm salmışsın dostlara
Neydi sendeki, o bilinmedik giz
Biliyor muydun gideceğini,
Bizden de selâm olsun sana….
Gittiğin o dönülmez yolların
Hatırlı dostları yok ki
Geri verseler seni kuzularına…
Bir nefeslik yaşadığın evrende,
Senden bize kalan, hoş bir sadâ
Şimdi,başucunda sana veda ederken,
Bir kaç mısra dökülüyor dilimden.
Yol üstüne mezarını kazmışlar
Üzerine Esma Gürbüz yazmışlar
Bu dünya’dan murat aldı sanmışlar
Muradın koynunda kaldı be teyzem….
Evlatlar, torunlar ağlar başında,
Daha en küçüğü dört beş yaşında
Acı-keder kara yazı peşinde
Muradın, koynunda kaldı be teyzem…..